eleştiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
eleştiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Nisan 2012 Perşembe

Şeytan’la Konuşmalar, Hilmi Ziya Ülken

Şeytan’la Konuşmalar, Hilmi Ziya Ülken, 2003, İstanbul

     Yazar Şeytan’ı kişiselleştirerek eserinde O’nunla konuşmalarına yer vermiş. Kutsal kitaplarda geçen, insanların kendisinden korktuğu ve kendisinin şerrinden Tanrı’ya sığındığı bu yaratığın insan suretinde yazarın çalışma odasına girerek kendisiyle konuşması ile konulara giriş yapmış. Her ne kadar insanlar kendisinden korksa da, yazarımız korkmamakla birlikte O’nu tanıyan, tanımaya çalışan ve O’nunla yaptığı konuşmalarla da yazacağı, araştıracağı ve inceleyeceği konulara yön veren bir yaklaşım sergilenmektedir.
    Şeytan’ın odasına bir kış gecesi izinsiz girmesine karşı yazar soğukkanlılıkla Şeytan’ı bir an evvel göndermek ister, ancak şeytan musallat olur ve gitmek istemez. Aradan biraz zaman geçer. Şeytan’ın elinde topaç ve hacıyatmaz  vardır. Yazar bunların anlamını ve ne işe yaradıklarını sorar. Şeytan bu iki şeyin kendi marifetleri olduğunu teşbihlerle açıklar.
    Marifetlerinin en önemlileri olan bu iki sanatı ile Şeytan güya toplumsal olayları, çok önemli meseleleri topaç gibi çevirmekte, ne yapılsa ne edilse de daima hacıyatmaz gibi ayakta kaldığını anlatmaktadır. Şeytan diyor ki “Sultan Mecit devrinde kuleli vakasından sonra bunu yere attım : herkes devrildi, o ayaktaydı. Sultan Aziz zamanında yine öyle oldu. Adamcağızı kestiler mi, kendini mi vurdu, ortalık karmakarışık oldu. Düşenin devrilenin sayısını Allah bilir: Bizim hacı yatmaz yine ayakta.  Ali Suavi vakasında da yine hacıyatmazım oynadı.”
    Bu ilk konuşma faslında Şeytan marifetlerini sergiledikçe halinden çok memnun olur kahkahalarla güler. Hilmi Ziya Ülken kitabında yazar başrolündedir ve yarın için kendisinden beklenen yazılar için endişelidir. Bu sebeple bu münasebetsizi bir an önce def etmek için çareler aramaktadır. Ancak şeytan kendisine havadisler getirdiğini ve işe yarar şeyler olduğunu iddia eder ve yazarı maharetli bir şekilde kendisini dinlemeye razı eder. Hakikat odur ki Şeytan ve yazarımız eskiden beridir tanışmaktadırlar. Üstelik Şeytan yazarı sevmektedir. Şeytan  “Ne beni sevenleri ne de benden korkanları sizin kadar seviyorum. Mağlup olmadığınızı gördükçe size karşı hürmetim arttı.” Demektedir. Şeytan yazacakları şeyler hakkında yazara yardımcı olmak ister. İki şahısta birbirlerini gayet iyi derecede tanımaktadırlar ve bu sebeple yazar Şeytan’ı dinlemeye razı olur. Ancak Şeytan’ın hilesinden korunmanın kabil olunmadığı görüşündedir.
    Yazar eserini konu başlıkları altında toplamış. Bunlardan ilki fazilete dair olan şeytanla konuşmasıdır. Bu bölümde yazar kendi başına bir şeyler yazmak üzere işe başlar ancak şeytan yine işbaşındadır ve müdahalede bulunur. Yazarın işine burnunu sokar. Ancak o kadar mantıklı iddialarda bulunur ki yazar şeytanı göz ardı etmez ve O’ndan istifade eder fikirlerinin bazılarına katılır, bazılarını ise reddeder. Şeytanın iddiasına göre kendisi bütün kötülüklerin membaı olsa da aslında samimi ve dürüsttür. İnsanlara şehveti kendisi öğretmiştir. Aşkın, içkinin, kumarın, debdebe ve tantananın, şöhretin, hiçbir şeyden doymamak ve her şeyi araştırmanın, ebedi olmak rüyasının sarhoşluğunu kendisi tattırmıştır. Ama kendisi mesul değildir.  Peygamberler dahil olmak üzere filozoflar ve büyük devlet adamları kendi yaptıkları hataları Şeytan’a itham etmektedirler. Kendisi dürüsttür. Asla riyakar değildir. Şeytan insanlara üç şey hediye etmiştir. Delilik, yalan ve fazilet.  Şeytan tabiata tezadı getirerek çarpışmaları başlatmış. Oradan hareket, yaradış, şuur ve şüphe uyanmış ve bu süreçten ızdırap, rüya ve saadet ortaya çıkmış. Sonuçta tezat büyüdükçe (bunu Şeytan yapıyor) açlık ve şehvet insanların eline tutuşturuluyor. Zümreler çarpıştırılıyor. Sınıflar doğuyor. İsteklerle iradeler karşı karşıya getiriliyor. Bu çatışmalardan türlü türlü insanlar çıkartılıyor.
İstekler ve iradeler birbirini eziyor delilik doğuyor. İstekler iradelerin altında gizleniyor ve yalan doğuyor. İrade ve istekler kavuşuyor, fazilet doğuyor. Bu iddiaya göre insanlar bu üç gruba ait olabilir. Deli, yalancı ve faziletli.  Bu bölümde aslında din eleştiriliyor. İnsanların din olmadan da faziletli olabilecekleri söylenmektedir. Erdem kavramı felsefe sahnesine Sokrates ve Platonla çıktığı için, söz bu filozoflara getiriliyor. Şeytan Platon’u eleştiriyor. Onun Menon diyaloğu’nda erdemi anlatırken, kaçamaklı bir dil kullandığını, kesin konuşamadığını söylüyor. Şeytan’a göre Platon’un idealizmi şeytanlığın ta kendisidir. Peki erdem nedir ? “Erdem eylemin sağlıklı ve tutarlı oluşudur. Hareketlerinde içtenlikten uzak kalanlar, zamanın rüzgarına uyup fırıldak gibi dönenler, hacıyatmaz gibi her dönemde ayakta kalabilenler erdemli olamazlar.” deniliyor.
    İkinci bölümde telif ve tercüme konusuna yer veriliyor. Hilafet zamanında telif ve tercüme konusundaki kıpırdanışların “küçük sokak” tabir edilen yerlerde başladığı ve gelişme gösterdiği konusuna yer veriliyor. Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi kişilerin koskoca bir feodal imparatorluğun içinde bin senelik dünyaya karşı yeni kıpırdayan hareketin tecrübesiz, zayıf öncüleri olduğu ifade ediliyor. Bu öncülük mücadelesinde ise oldukça yalnız oldukları iddia ediliyor. Önemli olanın meydana çıkarılan eserden ziyade ortaya konan mücadelenin olduğu bu bölüm örneklerle açıklanıyor.   
        Diğer bölümlerde sırasıyla ;
   
    Sıhhate ve aşka dair,
    Nizam-ı aleme dair,
    Nesre dair,
    Şiire dair,
    Tiyatroya dair,
    Tefahür ve acze dair,
    Fikre ve harekete dair,
    İştikaka dair,
    Romana dair,
    Kitaba ve hayata dair
    Resme dair,
    Tembelliğe dair,
    Tenkide dair,
    Geçmiş zamana dair,
    Akl-ı selime dair ,
başlıkları altında  konular ele alınıyor ve yazar ve şeytan arasında bazen benzerlikler, bazen de zıtlıklar ifade eden görüşler öne sürülüyor.    
    Kitapta dünya tarihi de eleştiri konusudur. Eski Türk düz yazısında konu kıtlığı olduğu belirtilmekte : “Sıfat bolluğundan geçilmeyen, düşünce yönü zayıf, cansız, kansız bir dünyamız vardı.” Denilmektedir.
    Yazar Şeytan’a şu soruyu sorar:
“15’inci yüzyıldaki Sinan Paşa’nın, Fuzuli’nin, Kınalızade’nin, Cevdet Paşa’nın düz yazılarını da beğenmiyor musun?”
    Şeytan onları da beğenmez. Hepsini ayrı ayrı eleştirir. Nurullah Ataç’ın, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun, Abdulbaki Şinasi’nin, Falih Rıfkı Atay’ın yazılarını beğenmesine karşı yeterli bulmamaktadır. Şeytan’ın beğendiği düzyazı coşkun olmalıdır. Fırtınaları, tezatları, feryatları içermeli, sesi alanları doldurmalıdır. Halkı coşturup arkasından koşturmalıdır. Her ne kadar bunlar yazarın düşünceleri olsa da Şeytan bunları biraz daha vurgulayarak dile getiriyor.
    Düzyazıdan şiir konusuna geçiliyor. Yazar’a göre şair rüya halinde olmalıdır; bu rüya öyle olmalıdır ki, gerçeğin ta kendisini dile getirmelidir. Şairin rüyada olması onun agoraya borçlu olmasını önlemez. Çünkü şair içinde bulunduğu rüyanın değil, yaşadığı dünyanın kahramanıdır.
    Yazar Hilmi Ziya ÜLKEN  şiir tarihimizi gözden geçirince kimi gerçekler ortaya çıkmaktadır. Şeyh Galip’ten sonra şiirimizde bir  çöküntü olmuştur. Çünkü tam o sırada ekonominin düzeni değişmiş, İstanbul ekonomisine Beyoğlu sarrafları egemen olmaya başlamıştır. Bu çöküntünün üzerine ancak yıllar sonra Yahya Kemal’le köprü kurabilmiş, geleceğin sağlam yönlerini sürdürme yoluna girebilmiştir. Zira sanat en devrimci durumlarda bile “gelenek” demektir.  Ustalık çıraklık ilişkisi ister.
           Yahya Kemal’de hem gelenek, hem de yeni bir biçim vardır. Önemli olan, Türk şiirini dizeden poem’e yükseltmektir. Yahya Kemal bütün bunların bilincindeydi. “Ahmet Haşim’de, Nazım Hikmet’te bile Yahya Kemal etkisi görüldü.”
    Yazar’ın  Düşünce Kahramanları  kimlerdir?
    Yazar, düşünce kahramanı olarak Sokrates, Galilei, Campanella, Babeuf ve filozof Condercet’nin adlarını saymakta, az sonra bunlara Platon, Aristoteles, K. Marx gibi felsefecilerin adlarını eklemektedir.
    Hilmi Ziya Ülken düşünce kahramanı olarak kabul ettiği insanlar için, “Yüzyılların duvarlarında yansıyarak, dünyayı baştan başa kaplayan sesler” demektedir. Ama yine de eksik olan bir şey vardır bu seslerde : “ Kimse insandan söz etmemiştir.”
    İnsan denilince kimi Hint esirini, kimi Rus işçisini anlamıştır. “ Şimdi dalga dalga büyüyen bir şey var” diyor Ülken. “Dalga dalga büyüyen bir şey var ve insandan söz edilecek zaman yakındır.”
    Böylece çok sayıdaki kitabında gördüğümüz “hümanist Hilmi Ziya” burada da karşımıza çıkıyor.
    Yazar iyi bir kitap severdir. Şeytanla konuşurken de kitaptan, kitap kavramından saygı ile söz ettiğini, kitapları savunduğunu görüyoruz. “Kitapları suçlamak kadar saçma bir şey olamaz. Şimdiye kadar yazılan bütün kitapları toplasanız bir bina dolusu kağıt eder. Bu da şimdiye kadar öldürülen insanların, yıkılan kentlerin yanında damla kadar bir şey demektir. Kitaplardan korkmayınız, saygı duyunuz onlara. Onlar olmasaydı yılların nice bilgi birikimi yok olur giderdi” demektedir.
    Kitabın resimle ilgili bölümünde, dünya resim tarihi ustalıkla özetlenmiş, resimlere toplumsal açıdan bakılarak incelenmiştir.
    Tembellik bölümünde “ Tembel olanlar çoğunlukla zadeganlar ve burjuvalardır. Bunlar tembelliklerini sürdürebilmek için halkı afyonla uyutarak çalıştırırlar. Ama bu hep böyle gitmeyecektir. Bir gün işin eziyeti, çekilen acılar afyondan üstün gelip de halk gözünü açarsa, tembellerin hilesi meydana çıkacaktır. O zaman halkın büyüyen sesi kulakları sağır edecek, onun yaktığı ateş karşısında tembeller şaşkına dönecek, kendi kazdıkları kuyuya düşeceklerdir. Bunu olacağı gün hiç de uzak değildir.” Denilmektedir.
    Kitap bir eleştiri kitabıdır ama “eleştiri” konusu bir kavram olarak ayrı bir bölümde ele alınmıştır. Ülken’e göre eleştirmenler yeni başlayanların hevesini kırmamalıdırlar. Aylandızları biçeyim derken  taze başaklara kıyılırsa iyi olmaz. Şeytan bu bağlamda şu ilginç sözleri söylemektedir :
    “Her eleştiride biraz şeytanlık vardır. Eleştirmenler bir şey yaratamaz ama, bir şey yaratmaya çalışanlarla oyuncak gibi oynar. Güçleri küçüklere yeter, dilleri büyüklere pek uzamaz.”
    Yazarın en kapsamlı, en alay dolu eleştirileri kitabın sonunda yer almaktadır. Bu eleştirilerde üniversitelere ve aydınlara veryansın edilmektedir.
    Son bölüm “sağduyu” konusuna ayrılmış. Özetleyecek olursak şunların söylendiğini görürüz: Sağduyu dediğimiz şey basit bir kuvvettir ama arandığı zaman bulunamaz. Bilimle, uzmanlıkla, para ile alınmaz. Nice kitaplıklar devirmiş bilginlerin böyle şeyden haberleri yoktur. Nice ülkeler fethetmiş kahramanlar ondan uzak kalmışlardır.
    Aslına bakılırsa, sağduyuya en uygun şey yine bilimdir. Ne var ki, bilim kurumsaldır. Sağduyu ise pratiktir.(Yani uygulamaya yönelik) Birincisi önerir, ikincisi ise önerilerden birini seçer ve uygular. Aklın uygulayıcı işleyişinden doğan bir özellik olduğu için sağduyu toplumsal sayılır. Kimi toplumlar ve dönemler onu geliştirir, kimileri ise yok etmeye çalışır, mahveder. Romantik felsefe “ miskin zihinlerin piçi” diyerek onu hor görür.
    Masallardaki cüce gibidir sağduyu. Önemsiz gibi görünür ama, devleri bile yenecek güçtedir. Çünkü o pratik aklın ta kendisidir ve sağlıklı toplumlarda ortaya çıkar. Bir toplum demokrasinin asıl özelliklerini taşıyorsa, insanı düşünüyorsa sağduyunun gelişebilmesi için her şeyi yapmalıdır. Bu iş en başta eğitim ile olur.

2 Mart 2012 Cuma

Tarihlenk, Hakan Erdem

Tarih - Lenk, Y. Hakan Erdem, Doğan Egmont Yayıncılık, 2009, İstanbul  
Tarihçi yazar, tarih kitaplarında yer alan uydurma metinlerden, Osmanlıca hatalarına; bilgiçlerden, intihalcilere kadar geniş bir yelpazede okuyucuyu eleştirel okumaya davet ediyor. Son zamanlarda okuduğum en iyi kitaptı.
        Yazar Türkiye’de bir eleştiri kültürü eksikliği olduğunu ve söz konusu tarih metinleri olunca bu eksikliğin daha da belirgin hale geldiğine dikkat çekiyor. Türkiye’de böyle bir kültür oluşturacak kadar külliyatın olmadığından ve bu türün bizzat yazarın kendisinden ( tabii ki yazarın insafının derecesine göre ) ve eş-dost meclislerinde konuşulanlardan oluştuğundan ibaret olduğunu belirtiyor. Bu nedenle ; bir yandan yanlışları , hataları bazen kuşaklar boyunca yeniden üretip durduğumuzu , diğer yandan da çok değerli metinlerin bile eleştirilmedikleri için eninde sonunda entellektüel açıdan kavruklaştığını ve etkisizleştiğini belirterek bunun da yazarları hantallaştırdığını savunuyor. Kitabın çıkış noktası da burada ortaya çıkıyor : Eleştiri ortamından uzak bir şekilde tarih metinleri üretilirse ortaya çıkabilecek sonuçları irdelemek.
        Kitabın amacı , tarih metinlerine eleştirel bakmak ve onların ontolojik anlamda  ne gibi sorunlar üretebileceğini tespit etmek. Bunu yaparken de , kişiler ve onların her konudaki bireysel tercihleri , varoluş biçimleri , hayat tarzları , karakter özellikleri ; din , dil , etnik kimlik , biyolojik ve sosyal cinsiyetleri veya cinsel yönelimleri ; özel veya profesyonel kurum , kuruluş veya cemaatlere mensubiyetleri vesaireyle değil ürettikleri metinlerle ilgilenilmiş.
        Kitap tematik olarak düzenlenmiş yedi bölümden oluşmaktadır.Birinci bölümde sadeleştirilen metinlerin , ikinci bölümde çevriyazılı metinlerin ne gibi sorunlar üretebileceği değerlendiriliyor.Üçüncü bölüm , bilgili olduğunu beyan ettiği konuda gereğini yapmayarak cahil kalma tercihini kullanan metinleri ve onların sorunlarını değerlendiriyor.Dördüncü bölümde , gerekli referans verilmeksizin yazılan metinler inceleniyor.Beşinci bölümde , yazarının aynı kalıp metninin değiştiği hallerle , aynı metnin muhtelif edisyonları inceleniyor. Altıncı bölümde , akademik dürüstlük çizgilerini ihlal eden ve maalesef Türkiye akademyasında oldukça yaygın olan haller ele alınıyor ve yedinci bölümde , başka bir uç durum, uydurma ve sahte metinler değerlendiriliyor.

        Birinci bölüm ( Sadeleştirme İncileri ve İncelikleri )’de :

1.    Ahmet Refik ( Günümüz Türkçesine çeviren Güven Akçağ ),Osmanlı’da Hoca Nüfuzu,Toplumsal Dönüşüm Yayınları,İstanbul,1977.
2.    Mehmet Arif Bey (Sadeleştiren Nihad Yazar),Başımıza Gelenler ,İrfan Yayınevi,İstanbul,1973.
3.    Mehmet Arif Bey (Hazırlayan M.Ertuğrul Düzdağ),Başımıza Gelenler,Tercüman,1980.
4.    Ahmet Cevdet Paşa ( Sadeleştiren Dündar Günday ),Tarih-i Cevdet,Üçdal Neşriyat, İstanbul,1984.
5.    Gazi Mustafa Kemal Atatürk (Basıma hazırlayan Hıfzı Veldet Velidedeoğlu),Söylev, Çağdaş Yayınları,İstanbul.1982(ilk basım 1978).

İkinci bölüm ( Çevriyazı hoşlukları )’de :

1.    Yusuf bin Abdullah (Efdal Sevinçli),Bizans Söylenceleriyle Osmanlı Tarihi. Tarih-i al-i Osman, Dokuz Eylül Yayınları,İzmir,1997.
2.    Hayrullah Efendi (Haz.Belkıs Altuniş-Gürsoy),Avrupa Seyahatnamesi,T.C.Kültür Bakanlığı,Ankara,2002.
3.    Abdurrahman Güzel,Abdal Musa Velayetnamesi,Türk Tarih Kurumu,Ankara,1999.


Üçüncü bölüm ( Hatalar ,Yanlışlar,Bilgisizlik,Bariz cehalet ve Bilgiçlik )’de :

1.    Ahmet Akgündüz ve Said Öztürk,Bilinmeyen Osmanlı,Osmanlı Araştırmaları Vakfı,İstanbul,1999.
2.    Soner Yalçın,Efendi/Beyaz Türklerin Büyük Sırrı,Doğan Kitap,İstanbul,2004.

Dördüncü Bölüm ( Referans Verme ve Referanssız Metinlerin Sorunları )’de :

1.    Yılmaz Öztuna,”Ermeni Sorununun Oluştuğu Siyasal Ortam”,Ataöv,Osmanlı’nın Son Döneminde Ermeniler,Ankara,2002.
2.    İlber Ortaylı’nın bazı kitapları :
a.    Tanzimattan Sonra Mahalli İdareler
b.    Türkiye İdare Tarihi
c.    Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri
d.    Tanzimattan Cumhuriyete Yerel Yönetim Geleneği
e.    İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı
f.    Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu
g.    Osmanlı Toplumunda Aile
h.    Eski Dünya Seyahatnamesi
i.    Tarihimiz ve Biz
j.    Tarihin Sınırlarına
k.   Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek
l.    Üç Kıtada Osmanlılar
m.  Osmanlı Barışı

Beşinci bölüm ( Aynı Yazarlar,Değişik Metinler:Muhtelif Edisyonlar )’de :

1.    Halide Edip Adıvar,Türk’ün Ateşle İmtihanı,Çan Yayını,İstanbul,1962.
2.    Halide Edip Adıvar,op.cit.
3.    Ahmed Akgündüz,İslam Hukukunda Kölelik-Cariyelik Müessesesi ve Osmanlı’da Harem,Osmanlı Araştırmaları Vakfı,İstanbul,1995.
4.    Ahmed Akgündüz,İslam Hukukunda Kölelik-Cariyelik Müessesesi ve Osmanlı’da Harem,Osmanlı Araştırmaları Vakfı,İstanbul,2000.
5.    Ahmed Akgündüz,Tüm Yönleriyle Osmanlı’da Harem,Timaş Yayınları,İstanbul,2007.

Altıncı bölüm ( Söyle Canım Ne Dersin? Bir İntihal Daha Var… )’de :

1.    Salahi R.Sonyel,Minorities and the Destruction of the Ottoman Empire,Turkısh Historical Society,ankara,1993.
2.    Benjamin Braude ve Bernard Lewis,Christians and Jews in the Ottoman Empire,Holmes&meier,New York,1982.
3.    Y.Hikmet Bayur,Hindistan Tarihi,cilt 1,İlk Çağlardan Gurkanlı Devletinin Kuruluşuna Kadar(1526),TTK,Ankara,1946.
4.    Sir E.Dennison Ross,”The Portuguese i India”,H.H.Dodwell(Ed.),CUP,Londra,1929.
5.    Cengiz Orhonlu,Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskanı,Eren Yayıncılık,İstanbul,1987.
6.    Yusuf Halaçoğlu,17’nci Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskan Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi,TTK,Ankara,1988.
7.    İlber Ortaylı,Tanzimattan Sonra Mahalli İdareler(1840-1878),Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları,Ankara,1974.
8.    Musa Çadırcı,Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri’nin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, TTK,Ankara,1991.
9.    E.Engelhardt(Çeviren Ali Reşad),Türkiye ve Tanzimat ve Devlet-i Osmaniyenin Taih-i Islahatı,Kanaat Kitabhanesi,İstanbul,1328(1910).
10.    Hasan Tahsin Fendoğlu,İslam ve Osmanlı Hukukunda Kölelik ve Cariyelik.Kamu Hukuku Açışından Mukayeseli Bir İnceleme,Beyan,İstanbul,1996.


Yedinci bölüm ( Uydurma Metinler )’de :

    1. İsmet Bozdağ,İkinci Abdülhamit’in Hatıra Defteri ve Mithat Paşa’nın Taif Zindanından Gönderdiği 8 Mektup,Bozdağ Kitabevi,Bursa,1946.
  2. İsmet Bozdağ,İkinci Abdülhamit’in Hatıra Defteri (Belgeler ve Resimlerle),Kervan Yayınları,İstanbul,1976.
  3. İsmet Bozdağ(Hanzade Sultanefendi),Osmanlı Hanedanı Saray Notları(1808-1908),Tekin Yayınevi,İstanbul,2002.
    4. İsmet Bozdağ,Prof.Mehmet Ferit Ulusoy.Hanzade/Sürgünde Bir Şehzadenin Günlüğü,İstanbul,Tekin Yayınevi,2003.
  5. İsmet Bozdağ,Prof.Mehmet Ferit Ulusoy.Osmanlı Hanedanı Saray Notları 3,İstanbul,Tekin Yayınevi,2003.

Yukarıda belirtilen eserler kitapta tematik olarak düzenlenen yedi bölümde incelenmiştir.Yazar günlük hayatımızın herhangi bir köşesinde, hergün , yeni bir tarih felaketiyle karşılaştığımızı belirterek bunlardan örnekler vermiş :
1.    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının 30.05.2008 gün ve SP.Haz.2008/01 sayılı esas hakkındaki görüşü
2.    Ayşe Hür,”Millet-i Müselleha’nın Doğuşu”,Taraf,12 Ekim 2008.
3.    Tufan Türenç,”Öfke Dün  de Kötüydü Bugün de Kötü”,Hürriyet,17 Ekim 2008.
Kitapta yazdığı her şeyi referanslandırmaya ve belgelendirmeye gayret ederek, kendi tabiriyle,ortaya bir “ Halep oradaysa arşın burada “ kitabı ortaya çıkmış.Ve şimdi zaman : Arşınla Halep yolunu ölçme zamanıdır.