psikoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
psikoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ocak 2014 Pazar

Beş Sevgi Dili, Gary CHAPMAN

Kitabın içeriği çok güzel fakat gerçek hayatta,günümüzde uygulamaya geçirilemeyecek kadar ayakları yerden kesen öneriler ve görüşler var. bu kitabın önceki bölümlerini okuyup üzerinde düşündükten sonra.eşinizi de aynı şeye teşvik edin.bu noktada, alıştırmaları birlikte yapmaya hazırsınız demektir.bütün “önemli düşünceler” ve sorular, eşlerin her ikisine de yöneltilmiştir.bu kitabı okuduktan sonraya da bu alıştırmaları yapma sürecinde.her birinizin birincil sevgi dilinizi.diyalektini ve güçlü ikincil dilinizi keşfedeceğinizi umuyorum . Böylece bütün diller ve bölümler her iki tarafa eşit şekilde uymayacaktır . bütün sorular , o bölümde bulunan materyalle doğrudan ilgilidir.
Özellikle  evliliğinizde sorunlar yaşıyorsanız , eşiniz  çeşitli nedenlerle bu çalışma rehberine katılmak istemeyebilir . öyle ise bu kitabın faydalarını gerçeğe dönüştürmek için alıştırmaları kendi başınıza uygulayabilirsiniz . aynı zamanda ağır buradaki sorulara göre davranırsınız eşiniz daha önceki bölümleri okumadan veya çalışma rehberine tartışmadan da olumlu bir şekilde karşılık verebilir .     
Dr. Gary CHAPMAN bu kitabında nasıl olduğunu anlamadan, sevginin eşsiz ab dillerini konuşmayı, anlamayı ve eşler arasındaki sevgi iletişimini etkili bir şekilde göstererek, karşılığında gerçek sevgiyi bulmayı anlatmaktadır. Yazar ömür boyu mutlu bir beraberlik için gerekli olan sevgi dilinin keşfinden yola çıkarak uzun ömürlü ve sevgi dolu bir evliliğin anahtarlarını vermektedir.
Sevgiyi canlı tutabilmek için ikinci bir sevgi dilinin öğrenilmesi gerektiği üzerinde önemle durulmaktadır.Yazarın amacı sevgi kelimesini çevreleyen karışıklığı gidermek değil, duygusal sağlığımız için esas olanın, sevgi türüne odaklanmamız olduğu gerçeğini ortaya koymaktır. Bu noktadan hareketle, maddi şeylerin duygusal sevginin yerini asla dolduramayacağı, insanın varlığının merkezinde samimi olmak ve başkaları tarafından sevilmek arzusunun yeraldığı vurgulanmaktadır. Evliliğin, yakınlık ve sevgi için duyulan bu gereksinimleri karşılamak üzere tasarlandığı savunulmakta ve sevgi deposunu dolu tutmak için çok önemli olduğu belirtilmektedir.
Çoğu kişinin evliliğe "aşık olarak" başladığını, evlilik öncesi hayallerin evlilikte saadetle ilgili olduğunu, aşık olunduğunda başka hayat tarzına inanılmasının zor olduğunu, aşk hayatı doğal akışını tamamladığında da dünya gerçeklerine dönüldüğünü ve kişilerin kendilerini öne sürmeye başladığını açıklamaktadır.
Bazı araştırmacıların aşık olma yaşantısının "sevgi" olarak adlandırılmasının yanlış olduğunu ve bunlardan Dr. Peck'in aşık olmanın üç nedenden dolayı gerçek sevgi olamayacağı kararına vardığı belirtilmektedir. Bu nedenlerden birincisi aşık olmanın iradi bir fiil yada bilinçli bir seçim olmadığı gerçeği, ikincisi aşık olma halinin çaba göstermeden yaşandığı için gerçek sevgiyi yansıtmadığı ve üçüncüsü ise aşık olan kişinin diğer kişinin gelişimine yardımcı olmada gerçek anlamda ilgili olamayacağıdır. Dr. Peck bu bağlamda aşık olmayı "çiftleşme davranışının genetik olarak belirlenmiş içgüdüsel bir ögesi" olarak nitelemektedir. Bu sonuçla ister hemfikir olunsun ister olunmasın, aşık olma yaşantısının başka hiç bir şeyle kıyaslanmayacak şekilde kişileri duygusal bir yörüngeye fırlattığı konusunda genel bir fikir birliği bulunmaktadır.
Evlenmemiş yetişkinlerin eşlerinde şefkat ve sevgi hissetmeyi özlediği, eşlerin birbirlerini kabul ettiğinden, istediğinden ve kendilerini birbirlerinin iyiliğine adadığından emin olmaları halinde güvenli hissedecekleri belirtilmektedir. Fakat bu tutkunun da sonsuza kadar sürmesi amaçlanmamıştır. Kitabın ana fikri akılcı, iradeli sevgidir. Eğer sevgi bir seçimse "aşk" tutkusu bitip gerçek dünyaya dönüldükten sonra da sevme kapasitesinin bulunduğu savunulmaktadır.
Yazara göre insanlar, sevgiyi farklı şekillerde ifade ederler ve algılarlar. Yazar bunları beş sevgi dili olarak belirlemiştir. Bunlar;
    1.Onay sözleri
    2.Nitelikli beraberlik
    3.Armağan alma
    4.Hizmet davranışları
    5. Fiziksel temastır.
Birinci sevgi dili olan "onay sözleri" nde yazar sevgiyi duygusal olarak ifade etmenin yolunun, onu oluşturacak sözleri kullanmak olduğunu belirtmektedir. Sözlü iltifatlar veya takdir sözleri sevgiyi güçlü bir şekilde iletir. Sevginin hedefi, istenilen bir şeyi elde etmek değil, sevilen kişinin saadeti için bir şeyler yapmaktır. Sözel iltifatlarda bulunmak, eşlere onaylayıcı sözleri ifade etmenin yalnızca bir yoludur. Eşlerin kendilerini güvensiz hissettiği alanlardaki gizli potansiyeli, cesaret verici sözlerle harekete geçebilir. Kişilerin sahip olduğu bir ilgi alanını geliştirmesi için cesaret verici sözlere ihtiyaçları vardır. Cesaret verme, duyguları sezinlemeyi ve dünyayı eşlerin gözüyle görmeyi gerektirir. Bu nedenle öncelikle eşlerin bir birleri için neyin önemli olduğunun arayışı içinde olmaları gerektiğinin önemine değinilmektedir. Sevginin sevecen olduğu, sevecen sözlerin kullanılması gerektiği, yüksek, sert bir sesle ifade edilen sözlerin sevgiyi değil, bir yargılama ve kınama ifadesini yansıtacağı üzerinde durulmaktadır. Hiç kimsenin mükemmel olmadığı noktasından hareketle, yakın bir ilişki geliştirilmesi için kişilerin arzularının bilinmesinin önemine değinilmektedir. Arzuların ifade edildiği yolun çok önemli olduğu, arzunun talepler olarak algılanması halinde yakınlık olasılığının silindiği ve eşlerin birbirinden uzaklaştığı, fakat ricalar şeklinde belirtildiğinde iletişimin çok daha rahat kurulduğu gerçeği vurgulanmaktadır. Onaylayıcı sözler alındığında, karşılıkta bulunmak için güdülenmenin daha doğal olduğuna işaret edilmektedir.
İkinci sevgi dili nitelikli beraberlikte, esas olan birisine bütün dikkatin verilmesidir. Bu sevgi dilinin ana yönü, birisi ile birlikte olmaktır. Bu da odaklanmış ilgi ile mümkündür. Nitelikli sohbet onay sözlerinden farklıdır. Onay sözleri söylenilenler üzerinde odaklanır. Oysa nitelikli sohbet işitilenler üzerinde odaklanmıştır. Bu konuda dikkat edilmesi gereken hususlar; konuşurken göz temasının sürdürülmesi, dinlerken başka bir şeyle meşgul olunmaması, duyguların açığa çıkmasına özen gösterilmesi, vücut dilinin gözlemlenmesi ve konuşanın sözünün kesilmemesidir. Nitelikli sohbetin yalnızca anlayarak dinlemeyi değil, aynı zamanda kendini açıklamayı da gerektirdiği açıklanmaktadır. Nitelikli faaliyetler kişilerin ilgi duyduğu her şeyi kapsayabilir. Amaç birlikte bir şey yaşamak ve bu yaşantıyı tamamlamaktır. Bu sevgidir ve sevginin sesidir. Nitelikli faaliyetlerin en önemli yan ürünü, gelecekte yararlanılacak bir hatıra bankası sunmalarıdır. Kazanılacak şey sevildiğini hisseden bir eşle yaşamak ve onun sevgi dilini akılcı bir şekilde konuşmayı öğrenmenin zevkidir.
İncelenen her kültürde, armağan verme, sevgi-evlilik sürecinin bir parçasıdır. Armağanın kendisi hatırlama düşüncesinin bir sembolüdür. Birisine bir armağan vermek için onu düşünüyor olmak gerekir. Armağanın kendisi bu düşüncenin bir sembolüdür. Armağanın para ile alınıp alınmadığı önemli değildir. Önemli olan yalnızca zihindeki düşünce değil, armağanı fiilen alma ve onu bir sevgi ifadesi olarak sunma düşüncesidir. Armağanlar sevginin yükselişinin sembolleridir. Semboller duygusal değer taşırlar. Armağanlar ne pahalı olmak zorunda, ne de her hafta verilmek zorundadır. Bu öğrenilmesi en kolay sevgi dilidir.
Hizmet davranışları sevilen kişinin yapılmasından hoşlandığı şeyleri yapmasıdır. Bu davranışlar eşlerin birbirine hizmet ederek memnun etmeye, birbirleri için bir şeyler yaparak sevgilerini ifade etmeye çabalamalarıdır. Ricaların sevgiye yön verdiği ama taleplerin sevgi akışını engellediği ifade edilmektedir. Evlilikten önce eşlerin bir birleri için yaptıklarının, evlilikten sonra yapacaklarının göstergesi olmadığı belirtilmektedir. İnsanlar eşlerini en çok kendilerinin en derin duygusal gereksinimleri olduğu alanlarda yüksek sesle eleştirirler. Eleştiriler, sevgi için yalvarmanın etkisiz bir yoludur. Bu anlaşılırsa, onların eleştirilerine daha yapıcı birşekilde yaklaşılmasının gerektiği ortaya çıkar denilmektedir. Eleştirinin çoğunlukla açıklama gerektirdiği, böyle bir sohbeti başlatmanın eleştiriyi sonunda bir talepten ricaya dönüştürdüğü gerçeği ortaya atılmaktadır. Hizmet davranışı sevgi dilini öğrenmenin kişilerin karı koca rollerini yeniden incelemelerini gerektirdiği üzerinde durulmaktadır. Fiziksel temas sevgiyi iletme yollarından birisidir. Evlilikteki sevgiyi iletmek için de güçlü bir  araçtır ve bazı insanlar için öncelikli sevgi dilidir. Bazı insanlar fiziksel temas olmadan sevildiklerini hissetmezler. Onunla sevgi depoları doludur ve eşlerinin sevgisi konusunda kendilerini güvende hissederler. Bir ilişkiyi yaratan da bozan da fiziksel temastır. Bu dil sevgiyi olduğu kadar nefreti de iletebilir Yazar çeşitli nedenlerle özellikle evliliklerinde mücadele yaşayan çiftler için böyle bir çalışma rehberi hazırlamıştır. Eşle arasındaki sevgi dilini öğrenmek ve konuşmak için yoğun çaba harcanmalıdır

3 Mart 2012 Cumartesi

21. Yüzyılın Süper Okulu, Prof. Dr. James J. Asher

21. Yüzyılın Süper Okulu, Prof. Dr. James J. Asher, İnkılap Kitapevi, 1996, İstanbul
Psikoloji profesörü yazar okul öncesinden liseye kadar çocuklara verilecek başarılı eğitimin süper okul modeli adı altında takdimi.
San Jose Üniversitesinde psikoloji dersi veren başarılı profesör ödülü sahibi yazar, bir işi başarıyla yapabilmede; uygun kişilik, yeterli beceri ve tatmin duygusunun önemini vurgulamıştır. Günümüz okullarında okuyan öğrenciler, bilgi ve becerilerini geliştirmek için hatırı sayılır kaynaklara sahiptir. Bu kaynakların bir kısmı, okul öncesinden itibaren hayatımızı şekillendirmektedir. Yazar kitabında bu kaynakları bölümler halinde açıklamaktadır.
Televizyon reklamları; kişinin, dikkatini çekme ve bu dikkati sürekli kılma ile tutum ve davranışlarını biçimlendirmektedir. Eğitimciler, reklamları bu maksatla kamu eğitiminde kullanmalıdır. Ayrıca insanlar, yaptıkları iyi şeyleri sürdürmek için hatırlatmalara gereksinim duyarlar. Reklamlar, bu noktada önemli rol oynar.
Kağıt, kalem ve kitabın demode olmasının nedeni, tek kelime ile açıklanabilir: minyatürleşme. Öğrenciler, mesleki hazırlıkları esnasında, daha çok öğrenmek ve zamandan tasarruf etmek için teknolojiyi kullanmaktadır. Avuç içi bilgisayar defterleri (computer notebook) sayesinde öğretme, öğrenme ve okul destek hizmetlerini iyileştirilmiştir.
 Gerçek durum yaratıcılar (simülatör); görme, duyma, yakalama, tutma, hareket ettirme gibi zihnin hayal edebileceği her şeyi üç boyutlu olarak birkaç yüz dolara alınabilmektedir. Hızlandırılmış okuma, ikinci lisan edinme ve matematik v.b. alanlarında, bu sayede beceri sahibi olmaları mümkündür.
Yerçekimi yasası fizik için ne ise, etki yasası da öğrenme psikolojisi için odur. Etki yasası; hemen sonrasında ödüllendirilen herhangi bir davranışın, tekrarlanma eğiliminde olduğunu söyler. ”Programlanmış Öğrenim” adlı bu prensip, ders anlatma ve kitap okuma gibi geleneksel yöntemlere kıyasla istatistiki açıdan önemli olacak kadar daha çabuk uzmanlaşma sağlamıştır. Programlanmış öğrenimde, seçilen öğrencilerde hata payı % 5 olana kadar, bilgi önceden denenmeli ve yeniden yazılmalıdır. Bunun anlamı ise, ilk defa gören bir öğrenci grubunun, ilk okuyuşta dersin kapsamına tamamen hakim olması demektir.
Her yenilik, dikkat ve ilgi çeken bir icattır. Yeniliğin bedeli, organizmanın sürekli tepki vermekten vazgeçmesi anlamına gelen, adaptasyondur. Adaptasyonun üstesinden gelebilmek için çeşitlilik zorunludur.
Son yirmi beş yıl içinde, beynin işleyişi hakkında son 2500 yılda öğrenilenden daha çok bilgi edinildi. Beyin alanında devrim yaratan keşif ile, her bir yarımkürenin farklı bir zekaya sahip olduğu ve birbirinden etkilendiğidir. Sol yarım küre, mantıksal bir dizinle birer birer gelen, örneğin lisan gibi, verileri işler. Beynin sol yarısını ilgilendiren üretimlerde sıkıntısı olmayan çocuklar, okulda başarılı olur. Sağ taraf ise, desen arayıcıdır, resimli bölümdür. Yaratıcıdır. Burada her şey mümkündür. Sol beynin ürettiği “Ben hastayım galiba” gibi sabote edici mesajları engeller. Sabote edici mesajların amacı, her zaman yaptığımız şeyleri sürdürmemizi sağlamaktır. İletim, beynin bir yanından diğerine o kadar çabuk gider ki, biz onu tek bir beyin sanırız. Bu iletime yardımcı olması nedeniyle, kendi kendine konuşmayı teşvik etmeliyiz.
Matematik, sağ yarım kürenin gelişmesi için önemli bir araçtır. Zeka oyunları, cebir ve asal sayılar, matematiği destekleyen önemli etkenlerdir. Ancak öğrencinin konuyu doğru algılayabilmesi için, sınırları doğru tanımlanmış olmalıdır.
Okur- yazar olan tüm yetişkinler, ilkokulda okuma hızı ne ise, yaşamının geri kalan bölümde de aynı okuma hızını sürdürür. Ortalama olarak bu hız, dakikada sadece 300 kelime kadardır. Günümüzde özellikle işte ve profesyonel yaşamda tüm zamanın yüzde kırkını okumakla geçirdiğimizi bilirseniz, bir problem sahası olarak karşımıza çıkar. Hızlı okuma becerisinde hedef, dakikada en az 1500 kelime okumak olmalıdır.
Akıllı karar vermenin anahtarı, açık ve güncel bilgiler edinmektir.
Araştırmanın özü olan herhangi bir sorunun yanıtını bulabilme becerisi, başarılı performans için gereklidir. Eğer bilgiye çabuk erişmeyi hedefliyor isek, neyi nerede bulabileceğimizi bilmemiz gerekmektedir. Bu maksatla halk kütüphaneleri değerli bir adrestir. Halk kütüphaneleri vasıtasıyla elektronik kütüphanelere de erişebilir ve elde ettiğimiz bilgileri süratle okuyabiliriz. Bir kitapta öncelikle içindekilere ve sonra “gösteren kişi” anlamına gelen indekse bakılmalı, aranılan bulunamazsa, eş anlamı kelimeler ile araştırmaya devam edilmelidir.
Temel tıp eğitimi sayesinde gereksiz ilaç tüketimi ile gereksiz doktor ziyaretleri azalır. Harvard üniversitesinin yaptığı araştırmaya göre, acil servise başvuran ve kalp krizi geçirdiğinden emin olana hastaların %70’i, sadece hazımsızlık çektiği yolunda ikna edilerek gönderilmiştir. Koruyucu hekimlik kapsamında, 240’dan fazla evde yapılabilen tıbbı test vardır. Amerikan Kanser Derneği, kanserde erken tanı için kişinin göğüs ve erbezlerini kendi kendine muayene etmesini tavsiye etmiştir. Ayrıca herkes dışkıda gizli kan testini evinde yapsa, yılda en az 60.000 ölümün, röntgen veya ilaç almadan kendi kendine yapılan gebelik testi ile kusurlu doğumların en az yarısının engellenebileceğini, ilgili uzmanlar açıklamaktadır.
Herkes, “Başkalarına, sana davranılmasını istediğin gibi davran” altın kuralını uygulasa, kanuna ihtiyaç kalmazdı. Yasal hakları öğrenmekten doğan güç, yeri geldiğinde tereddüt etmeden kullanılmalıdır. Kira anlaşması ( kontratı),  gayrimenkul alım- satımı, telif  hakkı gibi konularda rahatlıkla kullanılabilir. İnsanlar, yasa, avukat ve mahkemelerin nasıl çalıştığı hakkında bir bilgiye sahip olmadıkları için çekingen dururlar. Bu yüzden sorunları çözmede, süratle mahkemeye başvururlar. Böylece gereksiz zaman, maliyet ve sıkıntı yaşarlar.
Yaşamımızın her günü bilgisayar, bilgisayar yazıcısı, musluk, telefon v.b. makinelerle yaptığımız işlerin sayısı, aile, arkadaş ve meslektaşlarımızla yaptıklarımızdan fazladır. Hayatta iken kaçınılmaz olan ölüm, vergi ve bu aletlerin arızalanmasıdır. Örneğin, bir ev aleti bozulduğunda, bu durum nüfusun yarıdan fazlasını etkiler. Bu tür arızaları, az bir bilgi ile kısa sürede ve çok az bir maliyetle giderebiliriz.
Toplumda üstlendiğimiz en önemli rolümüz, tüketici olmaktır. Bir çocuk okula başlamadan önce altında şu mesajın yattığı 20.000 reklam duyacak ve görecektir: “ Bugün yeteri kadar tüketim yaptın mı? ” Tarih boyunca toplumu yöneten değişik kurumlar olmuştur. Orta çağda din, daha sonra sanat ve şimdi ise baskın kurum ekonomidir. Bilinçli tüketici olma becerisini kazanmak zorundayız. Yatırım yapmadan önce araştırma yapmalı, çocuklara parasal konulardan bahsetmek yerine, onların  “Seçimler ve Kararlar ” gibi bilgisayar uygulamaları ile uğraşmalarını sağlamalıyız.
Amerikalı çocukların yüzde kırkı şekilsiz ve aşırı kiloludur. Okullarda basketbol,  futbol ve beyzbol gibi spor programları, beceri kazandırmaktan ziyade seyircileri eğlendirici biçimde tasarlanmıştır. Bu etkinler, çocukların fiziksel gelişimine ve boş zamanlarını değerlendirmesine katkıda bulunmaz. Özellikle erkek çocuklarda dans etme, denge ve duruş için gereklidir. Diğer kültürlere uzanmak ve sağ beyne hitap etmek istiyorsak, folklorik dans yapmalıyız. Judo ile kendine güven duygusu gelişir ve ayrıca kendini savunma sanatıdır. Judo, ustalık, koordinasyon ve yoğun dikkat gerektirir. Eleştirisel sol beyni susturmak için, tenis ve golf ideal spordur. Yüzmenin sayısız faydası vardır: kardiyovasküler hastalık riskini azaltması, tüm kas ve eklemleri hareket ettirmesi sonucunda yaşamı uzatmasıdır. Yaşam boyu yapılabilecek bu tür faydalı sporları genişletmek mümkündür: ata / bisiklete binme, kayak, koşma, sırt çantalı yürüyüş, buz paten, v.b.
İlişkiler; aile, okul, spor ve iş dahil tüm etkinliklerin sağlıklı işlemesini sağlar. Örneğin öğrencinin okuldaki başarısı, çocukların ana- babalarıyla olan ilişkilerine bağlıdır. Herkes baba olabilir, ancak babacığım olabilmek için özel biri gereklidir. Ana- baba olma hususunda “Çocuklarımıza tüm verebileceğimiz, mutlu anılarıdır.” prensibi önemlidir. Karşı cinsler arası iletişimde, aralarındaki farkı anlamak önemlidir. Kızlar, anıları hatırlamada daha başarılıdır. Sözel yetenekleri daha fazladır ki bu da ikinci bir dili öğrenmede kolaylık sağlar. Bilgiyi daha çabuk işler ve daha hızlı karar verirler. Erkekler, uzmanlaşma ve belirli bir sorun karşısında beynin bir yarısını kullanma eğilimindedir. Uzaysal ve üç boyutlu canlandırmalarda daha başarılıdır. Buna “Mühendislik Yeteneği” denilmektedir. Altı yaşında erkek çocuğun beyninin sağ yarısı (uzayla ilgili bölümü) uzmanlaşmış olur, oysa aynı gelişme kız çocuğunda onüç yaşına kadar sürer. Öğrenme özürlü çocukların yüzde sekseni erkektir ve kekemelik, konuşma sorunu çıkma olasılığı kızlara oranla üç kez daha fazladır. Erkeklerde renk körlüğü, kadınlara oranla on kat fazladır. Bir erkek için birincil fantezi: yakınlaşma, ikincisi evlenme, yuva ve ailedir. Bunun tam tersine kadınların ilk fantezisi ise, evlilik, yuva ve aile ve ikincisi de yakınlaşma fantezisidir.
Müzik icrası, sağ beynin gelişimine katkı sağlar. Bu sayede tenis, golf ve kayak gibi sporlarda olduğu gibi, sol beyinden gelen paraziti (engellemeleri) söndürmektir. Ancak aile ve arkadaş toplantılarında çalınabilecek bir enstrümanı seçmek, daha uygundur.
İş bulmanın en garantili yolu, bir başka dili öğrenmektir. Ancak önemli olan ikinci lisanın nasıl öğrenileceğidir. Şu ana kadar ilkokul üçüncü sınıftan üniversiteye kadar öğrenim sürecinde sol beyine hitap edildi. Dershanelerde bile bir yöne bakan oturma sıraları vardı. Bu yüzden eğitmenler, bilgi aktarımı sırasında gezinerek, bize sağ beyni kullanma avantajı verirler. Bedenimizin hareket etmesi, bilginin şimşek hızıyla soldan sağa sonra tekrar geri akmasına neden olur. Her derste öğrencilerin tahtaya davet edilerek, öğretmen ile öğrencinin rol değişimi önemlidir.
Yazar, burada kendi yaratıcısı olduğu “Toplam Fiziksel Tepki” den bahsetmektedir. Bu prensip, bebek bakmakta olan yetişkinlerin eğitiminde görülür. Bebek bakımında, yetişkinin bebeğe bir şeyler söylediği, bebeğin de yetişkine anlamlı fiziksel bir yanıtla cevap verdiği, kendine özgü bir yaklaşımdır. Bebek, baba demeyi başaramadan, “oyuncaklarını yatağın üstüne koy” gibi karmaşık komutları rahatlıkla anlayıp uygulayabilmektedir. Bu nedenle dil öğrenmede ilk başarı, anlamadır. Daha sonra üretme gelir. Üretme mekanizmasını ateşleyen, kavrama okur- yazarlığıdır. Büyük sekizli olarak adlandırılan modelde; öğretilecek ikinci lisana ait kelimeler, sekizli olarak gruplandırılır. Öğretmen, dershanede her bir tümceyi ifade ederek bizzat uygular ve öğrencilerinden de eş zamanlı konuşmadan uygulamalarını ister. Böylece her bir öğrenci, karmaşık lisan haritasını çabuk ve hoş bir şekilde içselleştirir. Daha sonra sekizli kombinasyonlar; “ kapıya yürü, tahtaya koş ve adını yaz “ gibi çeşitlendirilerek devam eder. Konuşmaya başladıktan sonra, sabırlı davranılarak hataların bizzat öğrenci tarafından giderilmesi sağlanacaktır. Dil- beden iletişimi devam ettikçe, hedef dilin fonoloji (sesbilim), morfoloji (bir kelimenin yapısını inceleyen bilim) ve semantik (anlambilim) yapısıyla ilgili daha fazla detayı içselleştirecektir. Bu metot, hapishanelerdeki tutuklular arasında başarı ile uygulanmaktadır. Ayrıca hedef dil, bir spor etkinliği kapsamında da verilebilmektedir.
Sonuç olarak, çocuklar, günde sadece 20 dakika ile okul öncesinde stressiz bir biçimde sağ beyine yönelik olarak bir veya daha fazla dili anlayabilir. İlkokul sonuna kadar bu süreç devam eder. Lisede ise konuşma, okuma ve yazma ile üretime başlamak doğal bir geçiştir. Böylece süper okul ile gençler küresel dünya pazarlarında rekabet edebilmek için güçlü araçlara sahip olurlar.

28 Şubat 2012 Salı

Liderlik ve Yönetim, Isabel Werner

Liderlik ve Yönetim (Orj. Leadership Skills for Executives), Isabel Werner, Rota Yayın, 1993, İstanbul
Yönetsel liderlik modeli bağlamında yönetici liderlere tavsiyeler.        
  Eser, on dört bölümden oluşmaktadır.
(1)     Yönetimde Liderlik: Karlılık Temeli:
            Yönetim, idare ve liderlik kavramları aynı sanılır, ancak bunlar arasında farklar vardır. Yöneticinin görevi, yapılması gerekeni saptadıktan sonra, seçtiği metot ne olursa olsun işin yapılmasını sağlamaktır. İdarecilerin yaptıkları iş yöneticilerinkinin bir üst seviyesi sayılabilir; bir diğer deyişle, idareciler organizasyona kuş bakışı bakması gereken üst seviye yöneticilerdir. Liderlik ise astlar üzerinde güç sahibi olma değil, onları etkileme sorunsalıdır. Bu bağlamda, başkalarına yöneticilik ve idarecilik yapma üstten sağlanan bir yetki ve hak olarak nitelendirilebilir iken, liderlik kişiye çevresi tarafından verilen bir armağandır. Kesin ve kapsayıcı tanımını yapmak zor olmakla birlikte, liderlik örgütsel hedeflere ulaşmak için insanların gönüllü olarak çabalamalarını teşvik eden bir etkileme süreci olarak tarif edilebilir. Kısaca, yöneticiler insanları yönetirken lider onları yönlendirendir. Bu tanıma göre, dört değişken liderlik sürecinde ön plana çıkar: yöneticinin kişiliği, grubun kişiliği, liderliğin uygulandığı durum ve örgütsel faktörler.
    (2)     Elli Yedi Çeşit Lider:
           
Yönetsel liderlikte, başarıya götüren tek bir reçete veya izlenecek formül yoktur. Liderlik, yöneticiliğe oranla daha sanat ağırlıklı bir süreç olduğundan, birçok lider türü üretilmiştir. Biçimsel ve bürokratik organizasyonlarındaki liderlik farklı olduğu gibi, liderliğe psiko-analitik bakış açısı da birçok değişik lider tipine işaret eder. Bu nedenle, yönetsel liderliği mutlak kavramlara açıklamaya çalışmak beyhude bir çabadır. Ancak unutulmaması gerek husus, liderin kişiliği köklü bir şekilde oturduğu için değiştirilmesinin zor olduğudur. Liderlik nitelikleri birbirinden çok farklı örgütlerde benzerlik gösterebilse de, her örgütün gerektirdiği kendine özgü liderlik nitelikleri de bulunmaktadır. Zeka, beceriklilik, empati, etkili motivasyon ve iletişim gibi evrensel olarak tanımlanan nitelikler her zaman değerli olmasına rağmen, her örgütte farklı tarzlarda uygulanması gerekliliği yadsınamaz bir gerçektir. Bu noktada ortaya çıkan sonuç: liderin hangi özelliğe sahip olup olmadığından çok, hangi davranış veya özelliklerin gruba muhtemelen çekici veya itici geleceğinin daha önemli olduğudur.  Bu nedenle, etkili liderliği araştırırken, liderin soyut niteliklerine yönelmekten ziyade, liderin etkilemesi gereken grup ya da kişilerden yola çıkmak daha doğru bir anlayış olarak ön plana çıkmaktadır.

(3)     Liderlik Araştırmaları:
                Liderler kendilerini istatistik bilgileriyle boğan araştırmalardan sıkılırlar; çünkü, bu araştırmalar onlara günlük problemlerini çözme konusunda çok da yardımcı olmazlar. Gene de, bazı araştırmalar liderin başarılı olması konusunda yararlı fikirler ve bağlantılar sunmaktadır. Michigan araştırmaları bir nezaretçinin verimliliğinin başlıca beş boyutu olduğunu ortaya koymuştur: rol tanımı, çalışma grubuna yaklaşım, nezaretin yakınlığı, grup ilişkilerinin kalitesi ve üstlerin uyguladığı nezaretin türü. Ohio araştırmaları ise yöneticiliğin iki boyutuna dikkati çekmişlerdir: dikkate almak ve yapıyı esinlendirmek. Fred E. Fiedler ise etkili liderlik için üç değişkenin önemine değinir: lider-üye ilişkileri, görev yapısı ve konum gücü. Abraham Zaleznik ise liderliğe psiko-analitik bir paradigmayla yaklaşmış ve liderin kişilik özelliklerinin üzerinde durmuştur. W.J. Reddin, Paul Hersey ve Robert Blake gibi bazı araştırmacılar ise bu yaklaşımlara sentez oluşturacak bakış açılarıyla liderliği ele almışlardır.
    (4)     Makro Faktörler:
            Akademik çalışmalar genellikle liderlik üzerinde mikro seviyeyi ön plan çıkarmış ve liderliğin makro yönünü ihmal etmişlerdir. ABD’de yapılan araştırmaların başka ülkelerde farklı sonuçlar vermesi, liderliğe makro bir yaklaşımın önemini ortaya koymaktadır. Liderlik kültüre, zihniyete, topluma, felsefeye, organizasyona ve beceri bileşimine bağlı olarak değişen bir kavramdır. Zihniyet toplumda kabul gören görüşleri ifade ederken; tembelliği günah olarak niteleyen ve çalışkanlığı ön plana çıkaran Amerikan Puriten Ahlakı ABD’deki liderlik anlayışını derinden etkilemektedir. İnsanın doğasına ait görüşler (“insanlar iyidir” veya “insanlar kötüdür”) liderliğe yaklaşımı değiştirmektedir. Özetle, lider davranışlarını büyük ölçüde etkileyen yukarda bahsi edilmiş makro faktörler liderlikle ilgili çalışmalarda göz ardı edilmemelidir.
    (5)     Mikro Faktörler:
             Yöneticiye liderlik yapması için değil, örgütsel hedefleri yerine getirmesi için para ödenir. Liderlik bunu başarmak için kullanılabilecek araçlardan yalnızca biridir.  Aslında, yöneticinin görevlerine ilişkin tariflerin birçoğu liderlikle doğrudan ilgili değildir.  Yöneticiye gerekli olan husus, tepki göstermesi gereken problemlerle başa çıkabilmek için bir dizi strateji geliştirebilmesidir. Örneğin, organizasyonlarda çıkması muhtemel çatışmalarda yönetici müzakere tekniklerini kullanarak olayı çözümlemeye çalışabilir. Bu stratejilerin başarıya ulaşabilmesi ise yöneticinin kendini ne kadar tanıdığı ve personeli tarafından nasıl algılandığıyla direk ilişkilidir. Algılamalardaki olumsuzluklar, yöneticinin tutumlarını dolayısıyla örgütün başarısını etkileyecektir.
    (6)     Örgütsel Gerçeklikler:
                 Her firmada işlerin işleyişi ile ilgili bir ideal görüş, bir de gerçekte uygulanan hususlar vardır. Yönetici-lider bu ideal resim ile personelin kendine göre uyguladığı prosedürler arasında sıkışıp kalırsa, başarılı olması çok zordur. Organizasyonlardaki resmi otorite ve gerçekte gücü elinde bulunduran kişi arasında farklılık olabilir. John French ve Bertram Raven’e göre gücün değişik tipleri bulunmaktadır: konum gücü, ödül ve ceza gücü, uzmanlık gücü, ilgi gücü ve sosyal güç. İdealdeki otorite ve pratikteki güç sistemleri arasındaki dengeyi sağlamak yönetici-liderin başarılı olması için dikkate alması gereken faktörlerdendir.
    (7)     Yönetsel Liderlik Modelinin Seçilmesi:
                 İdeal dünyada yönetim becerileri ile liderlik yetenekleri bir aradadır. Ancak, pratikteki dünyada ekonomik hedefler çoğu firmada öncelik kazandığı için, liderlik özelliklerinden çok yönetim ustalığı ön plana çıkmaktadır. Hem yöneticilik hem de liderlik özelliklerini ortaya çıkarmak için yeni bir yönetsel liderlik modeli oluşturulabilir. Bu modelde yönetici-liderde olması gereken özelliklerden birkaçı: yöneticinin ilk harekete geçirici olması, insanları gayrete getirmesi, kaynak uzmanı olması, amirlerini etkileyici olması sayılabilir. Bir kaldıraç olan liderliğin iki yüzünü stil ve davranış kalıpları oluşturur. Liderlik stili yöneticinin liderlik işlevini yerine getirirken gidermeyi düşündüğü kişisel ihtiyaçlardan çıkar. Davranış kalıpları ise günlük eylemlerini kendiliğinden belirleyen özelliklerdir. Örneğin, stil otokratik ise, davranışlar da hükmedici ve direktifçi olacaktır. Uygun liderlik modelini seçme, yöneticinin kendisini, etrafındakileri ve durumu iyi algılayabilmesine bağlı olarak, bir evrim ve gelişme sürecidir.
    (8)     İnsanları Anlamak:
                 Personeli motive etmek ve onlarla iletişim içinde olmak için, yöneticinin öncelikle beraber çalıştığı kişileri anlaması gerekmektedir. İnsanlar birçok bakımdan farklı olmalarına rağmen, doğaları ve ihtiyaçları bakımından birbirlerine oldukça benzerler. Aslında, insanların yapılardaki farklılık genellikle nitel değil niceliksel açıdandır. Ekonomik ihtiyaçlar bir kenara bırakıldığında, iş dünyasında önem taşıyan insan ihtiyaçları psikolojik ve toplumsal kaynaklıdır. Psikolojik ihtiyaçların bir kaçı: farklı olma, kendini ifade ve gelişme ihtiyaçlarıdır. Sosyal ihtiyaçlar ise: dikkat ve onay, aidiyet ve uyum ile katılma ve katkıda bulunma ihtiyaçlarıdır. İnsanların farklılığı ve ihtiyaçlarıyla başa çıkabilmek için yöneticinin yapabilecekleri şunlardır: tanrı rolü oynamamak, kalıplara takılmamak, insanları olduğu gibi kabul etmek, geri beslemeye duyarlı olmak ve davranışları incelemek. 
         (9)     İnsanları Esinlendirmek:
                 İşadamları kendileri için gerçekten çalışacak insan bulmakta zorluk çektiklerini dile getirirler. Bir kişiye ortalama seviyede iş yaptırmak için ödül-ceza sistematiği yeterlidir. Ancak, üstün performans için gerekli olan ‘kişinin kendi kendini dürtmesi’ durumunu çok az yönetici sağlayabilir. Yönetici ile birlikte çalışan iki kişi, onun için salt emek harcayan beş kişiden daha faydalıdır. Bilimsel yaklaşımlardan önce, kişi başkasını motive etmek için dört etkeni kullanmakta idi: zorlama, göz boyama, kazanç ve özen gösterme. Ancak, zamanla davranış bilimleri motivasyon hususunda önemli bulguları ortaya koymuştur. Douglas McGregor’un X ve Y teorileri, Abraham H. Maslov’un ihtiyaçlar hiyerarşisi, Frederick Herzberg’in hijyenik ve motive edici faktörleri, Chris Argyris’in geleneksel örgütsel prosedürleri eleştiren yaklaşımı ve Warren G. Bennis’in açık sistem anlayışı bu bulguların en önemlileridir. Motivasyon konusunda dikkatli olunması gereken hususlardan birisi yüksek moralin yüksek üretkenlikle eş anlamlı olmadığıdır. Yönetici, motivasyonu bireysel amaçlarla organizasyonun amacını dengeleme üzerine yönlendirmelidir.
    (10)     İnsanları Geliştirmek:
                 Eleman geliştirmenin amacı insanları yalnızca yönetici için çalışan bir birey olmaktan çıkarıp, işlerine yeni bir anlam yükleyebilmektir. Bunu gerçekleştirebilmek için dört kritik alan öne çıkmaktadır: performans hedefleri saptamak (amir görüşlerini dayatmamalı, elaman çok fazla ve çok yüksek hedefler koymamalıdır), yönlendirme (amacı elemanı çevresiyle daha uyumlu bir kişi haline getirmektir), yetki devretme (otorite, özerklik, hesap sorulabilirlik önemli kavramlardır) ve performans/gelişim değerlendirmeleri (performans değerlendirmeleri doğası gereği rekabetçi iken, gelişim değerlendirmeleri kişisel olduğu için başkalarıyla karşılaştırılmamalıdır).
         (11)     İletişim Yoluyla İşbirliği:
                 Yönetsel liderlikte motivasyonun rolü personeli esinlendirmek, iletişimin rolü ise insanlara olağan ile olağanüstü arasındaki farkı gösterebilmektir. İletişimin mekanik bir tarafı olduğu gibi insani süreci de vardır. Teknik veya mekanik taraflarına fazla odaklanılan iletişim insani yanını kaybettiği için başarısızlıkla sonuçlanabilir. Bu nedenle, yönetici-lider iletişim mekanizmasının ayrıntılarından ziyade iletişimde gerçekten neler olup bittiğine dikkat etmelidir. William Haney’in iletişimde anlaşılabilirliği artırmak için öne sürdüğü önerilerden birkaçı: İyi ayrım yapanlar iyi iletişim yapar (kendimize davranılmasını istediğimiz gibi davranmak her zaman en iyi iletişim yöntemi olmayabilir; iletişimde muhatabın kişiliği ve beklentilerin farkında olarak hareket etmek daha uygun bir metot olabilir), kelimelere çok fazla güvenmemek gerekir, mesajlar alıcının mantığına göre düzenlenmelidir, iletişim karşı taraf açısından değer taşıyan bir şey içermelidir; son olarak, tarz anlamdan daha önemlidir.
        (12)     Gerilimlerle Başa Çıkmak:
                 Yönetici de bir insandır ve çoğunlukla personelinden daha zorlayıcı streslere maruz kalır; bu nedenle, yöneticinin stresin iç dinamiklerini algılaması önem arz etmektedir. Yöneticinin strese verdiği tepki üç şekilde olabilir: saldırı, kaçma ve kendini kandırma. Yönetici, stresleri kişisel, sosyal ve ahlaki açılardan kabul edilebilir bir tarzda azaltmaya çalışmalıdır. Uyumlu yönetici stresi nasıl yönetmesi gerektiğini bilen yöneticidir. Bunu gerçekleştirmek için bütün durumları kontrol etmek gerekmez; gerçekçi bir şekilde insani sınırlar içerisinde yapılabilecek iş sınırını belirlemeyi öğrenmek daha önemlidir. Hedefler, insanı geliştirmeye yönelik iken, çok zorlayıcı hedefler belirleyerek hem şahsi hem de organizasyon kaynaklarını gerektiğinden fazla kullanmak iyi yöneticilikle bağdaşmaz.
         (13)     İş Ahlakı:
                 Yönetici kendi ahlaki davranış kurallarını genel geçer standartların ışığında biçimlendirmelidir. Günümüzde ekonomik başarıyı tamamen göz ardı edecek bir tavrın kabul göreceğini beklemek yanlış olmakla beraber, iyi bir yönetici kendisine sadece ekonomik başarıyı hedef olarak koymaz. Kıt kaynakların bulunduğu dünyamızda, toplumsal dengeye ulaşılabilmesi için bireylerin başkalarına karşı olan sorumluluklarının farkında olması gerekmektedir. Toplumsal anlaşmaya varma yolunda ortaya çıkan etiksel ilkeler: birincil ilke, insanların iyiyi yapabileceği ve kötüden kaçınabileceğidir; ikincil ilkeler, iyiyi yapmak ve kötüden kaçmaktan bir adım ilerde bulunan detaylarda saklı olan değerlerdir (firmaya faydalı olacak olsa bile muhtemel riskleri olan psikolojik testler kişiler üzerinde uygulanmalı mı?); ve üçüncül ilkeler: daha karmaşık konuları kapsar (küçük bir firmanın personelini işten atmamak için elemanlarına asgari ücretin altında maaş vermesi ahlaki midir?). Kıdem arttıkça yöneticinin sadece ayrıcalıkları değil toplumsal sorumlulukları da artmaktadır. Ahlaki yönden dengeli bir yönetici olmak için esas olanla geçici olanı birbirinden ayırt edebilmek için sağlam temeller üzerine bina edilmiş bir öncelik sırasına sahip olmak gerekmektedir.
         (14)     Yönetici Lider: Değişimin Katalizörü:
                 Geleceğe yönelik üç şey kesindir: gelecek geçmişten çok farklı olacaktır; gelecek günümüzden de önemli ölçüde farklı olacaktır; ayrıca gelecek beklediğimizden de oldukça farklı olacaktır. Bu nedenle, gelecekteki değişmeyi ön görmeye çalışma yerine, yenilikçilik ihtiyacı ve yönetsel liderliğin bu değişimi başlatabilme rolüne odaklanmak daha uygundur. İnsanlar doğaları gereği yenilikçi değildir ve bunun organizasyonlardaki yenilikçilik eksikliğine yansıması üç faktörden kaynaklanmaktadır: örgütün felsefe ve üslubu, işçinin kişiliği ve arkadaş baskıları. Yönetici, hem kendisinin hem de personelinin yaratıcılığını artırmak için zaman, düşünce, yetenek ve davranış kullanma becerisi unsurlarını sorgulamalıdır. Kendini yenilemeyen organizasyonlar ölmeye mahkumdur; ancak hızlı ve gereksiz bir şekilde yapılan yenilikler de statükoculuk kadar tehlikelidir. Dengeli bir değişim için sıralanan bazı öneriler şunlardır: değişimi mümkün olduğunca mevcut sistemin üzerine bina edin, yalnızca amaçlanan sonuçların gerektirdiği kadar değişiklik yapın, uygulamanın aşamalarını büyük bir özenle planlayın ve değişim kendini kanıtlayıncaya kadar yakından izleyin.

16 Kasım 2010 Salı

Beşte Yetmez Altı Tane... (6. His...)

'Altıncı his' varmış!

Sydney'de 'altıncı his' üzerinde beş yıldır çalışan araştırma ekibi, sık dillendirilen ama bilimsel olarak kanıtlanmamış bu fenomenin gerçekten var olduğunu öne sürüyor.

‘Altıncı his’ gerçek çıktı! Avustralya’daki Sydney Teknoloji Üniversitesi’nde uzun süredir yürütülen bir araştırmanın sonuçlarına göre, çok yakın ilişki içinde olan insanların, özellikle de birbirine âşık çiftlerin beyinleri birlikte ‘işliyor’.
Araştırma ekibi bu bilgiden yola çıkarak, ‘altıncı hissin’ gerçekten var olduğunu öne sürüyor. Beynin davranışları üzerine çalışan Dr. Trisha Stratford, beş sene boyunca çiftlerin beyinlerini inceleyerek nasıl tepki verdiklerini araştırdı. Dr. Stratford’un verdiği bilgiye göre, çiftler eğer birbirlerine zihinsel olarak çok yakınsa, özellikle de birbirlerine âşıklarsa, beyinleri birlikte çalışıyor.
Radikal gazetesinin The Daily Mail'den aktardığı habere göre Dr. Stratford, aralarında fiziksel bir iletişim durumu olmasa dahi, iki insanın sinir sistemlerinin uyum içinde işleyebileceğini öne sürüyor ve ekliyor: “Bu
çalışma, bize iki insan karşılıklı olarak etkileşime geçtiği zaman neler olup bittiğine dair derinlikli bir bilgi vermiş oldu.” Dr. Trisha Stratford, çalışmasının toplumda sık dillendirilen ama bilimsel olarak daha önce hiç tanımlanmamış olan ‘altıncı hisse’ dair ipucu geliştirdiği kanısında.
“Bu çok heyecan verici. Birisiyle çok yakınlaşınca, beynin çeper kemiği (parietal lob) aktif hale geliyor. Bu zamanlarda karşılıklı olarak birbirimizin zihninden geçeni okuyabiliyoruz” diye konuşan Dr. Trisha Stratford çalışma için 21 ile 65 yaşları arasındaki 30 gönüllünün davranışlarını beyne ve gövdeye yerleştirilen elektrotlar aracılığıyla incelemiş. Sonuçta, psikolojik olarak birbirine yakınlaşan insanların sinir sistemlerinin de uyum içinde çalıştığı fark edilmiş.