ATATÜRK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ATATÜRK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ocak 2014 Perşembe

Allah’ın Süngüleri-Reis Paşa, Attila İlhan

Attila İLHAN’ın  1920 ve 1921 yıllarının İstanbul’unu, Anadolu’sunu anlattığı Allah’ın Süngüleri adlı romanı belirli bir tarih altyapısına sahip olunarak okunduğu takdir de anlam kazanmaktadır. Ülkenin karşı karşıya kaldığı yurt içi ve yurt dışından kaynaklanan sıkıntılar, buhranlar romanın alt yapısını oluşturmuştur. Tarih kitaplarından aşina olunan İsmet İNÖNÜ, Mareşal Fevzi ÇAKMAK, Halide Edip ADIVAR, Yunus NADİ, Çerkes ETHEM gibi şahsiyetler ve onlarla alakalı o yıllara ait hadiseler özenle seçilmiştir.
Romanın geneline bakıldığında yazarın anlaşılmama kaygısı yaşamadan eski Türkçe kelimeleri seçmiş olması dikkate değer bulunmaktadır. Aslında o dönemi anlatmak için yapılması gerekende budur. Olayların eski kelimeler kullanılarak anlatılması, mistik bir hava kazandırmıştır.
Öncelikle kitabın adının niçin Allah’ın Süngüleri olduğunu ifade etmekte yarar vardır. Mustafa Kemal, ülkenin işgalini en son haçlı seferi olarak nitelendirmektedir. Anadolu’yu da İslam’ın son kalesi olarak değerlendirmektedir. Yazar bir anlamda Haçlılara karşı Allah’ın Süngülerinin mücadelesi olarak düşünmüştür.
Roman, İstanbul’un işgali ile başlayan dönemi anlatılıyor. İstanbul’un işgali oldukça dramatize edilmiştir. Toplar şehre çevrili kruvazörler, hedef gözetmeksizin acımasızca ateş eden taretler, dehşete düşmüş halkın, kadın çocuk, genç ihtiyar kaçışmaları akıcı bir şekilde anlatılmıştır. Konuya ilişkin kitaptan  bir bölüm:
“Kalın ve karanlık bir pus, dersaadeti kaplamıştı.Şehrin soğuk ışıkları, yer yer, bu dağınık su tozu dalgınlığında belirip kayboluyor:16 Mart 1336 (1920) sabaha karşı, Boğaziçi’nde Dolmabahçe’den Beykoz’a Müttefik Donanmasının o bunaltıcı dretnot kruvazör, muhrip ve destroyer kalabalığı. İngiliz Amiral Gemisi bunların arasında arduvaz grisi bir heyulâ güvertesindeki yerinden gemilere ışıkla işaret veren Bahriyeli muhabere neferi. Öteki İngiliz gemilerinden yanıp sönen cevap işaretleri zor fark ediliyor. Havada duman kokusu , siren sesi motor uğultuları.
Muhtelif zırhlılardan ayrılmış donanma çatanaları Bahriye silahendazları ve Hindu Gurkha’larla yüklü olarak Dolmabahçe, Sirkeci, Galata, Rıhtımlarına yol alıyorlar. Savaş gemileri de askerleri taşıyan çatanalarda yoğun sis ve serin sabah alacasında korkulu bir rüyanın müphem hayalleri âdeta görünmüyor; varla yok arası, sadece hissediliyor.
Desaadet. Beykoz. ”Ahval-i hâzıra dolayısıyla“, Şirket-i Hayriye vapurlarının işlemeyişi; iskele çevresinde müteheyyiç ve mütecessis bir kalabalığın birikmesine neden olmuş; kalıplı kalıpsız, fesler; birisi âbani iki sarık: eflatun ipek çarşafı içinde gözlüğü altın çerçeveli, “saraylı” Hanım; kulaktan kulağa, aynı fısıltı: “- ... İngiliz, şehri işgale tevessül etmiş: bir hayli şehit ve mecruh .....”
Namluları kıyıya çevrilmiş İngiliz kruvazörü birden ateşe başladı bütün taretleri ile salvo ateşi! Önce ne olduğu, niçin olduğu anlaşılmacaktır; ahali dehşete düşmüş, sağa sola kaçışır; kadın ve çocuk çığlıkları, dualar! Hedef yüksekçe bir tepedeki, büyükçe bir bina: Beykoz Eytam (yetimler) Yurdu. Sabah sislerinden, henüz tam arınamamış; camlarında buğu, pancurlarında çiğ pırıltıları, evlerin az uzağında, yalnız ve münzevi mermiler sağına soluna düştükçe; ufukta yankılanan infilâkları çıtırtılı ateşin ve duman sarmalının, dehşetini çoğaltmaktadır.”
İşgal kuvvetleri ile teşriki mesai içinde çalışan Damat Ferit hükümeti ve padişah yanlısı basının içinde bulunduğu ihanet çemberi yalın bir dille romanda yer almıştır. Bu çemberi tamamlayan bir diğer önemli halka ise, azınlıkların diz boyu hainlikleridir. Kitapta İstanbul  öyle tasvir edilmiş ki; Türk olarak o dönemde orada yaşasaydınız azınlık psikolojisine girmekten kendinizi alamazdınız. Dükkanlarda İngiliz ve Yunan bayrakları, sosyetenin akıl almaz vurdum duymazlığı ve bu insanlarla Anadolu’daki halk arasındaki kopukluğa dikkat çekilmiştir.
Dönemin yürekli vatanperver aydınları ise, her nevi tehlikeyi göze tabiri yerindeyse kelle koltukta olarak  Mustafa Kemal’in etrafında toplanmışlar. Halide Edip’in Adnan Beyin (ADIVAR) ve Yunus Nadi’nin Ankara’ya doğru meşakkatli yolculuğu dudak ısırtacak şekilde ifade edilmiştir. Kitaptan bir Bölüm:
“ Öndekilerin durduğunu görünce Miralay Kâzım Bey , atını sürüp gruptan ayrılarak Halide Edip’e ve Arslan Kaptan’a yaklaştı; ayazın yaladığı yüzü âdeta, donmuş zor konuşuyor;
“-- .... Kaymakam Hüsrev Bey’le, Dr. Adnan Bey, “yorulduk” diyorlar; ” bir adım daha atamazlarmış!...” ötekilerde bunlara uyarsa ?... “ Sustu endişeyle ekledi: “--... Halbuki bu gece muhakkak Adapazarı’na varmalıyız!...”
Arslan Kaptan da böyle düşünmüştü; Hâlide Hanım’ın yüzüne sorguyla bakarak :” ... doğrusu budur!...” dedi.
Miralay Kâzım Bey biraz merak biraz endişe Hâlide Edip Hanım’a dönüyor: ”--... Hanımefendi siz nedersiniz?....”
Halide Edip Hanım atına yol vermişti bile, tipinin anaforları içinde kaybolurken, azimli ve kararlı, kesip attı: :”--... yola devam etmeliyiz!....”
Kitapta Atatürk’ün bazı tespitleri dikkat çekicidir. Mesela, İttihatçılık ile ilgili şöyle diyor “.... nankör olmayalım! İttihatçılık bir ocaktır; yetişmemizde dahli var, bu... bu gayr-i kâbil-i inkar bir hakikat!... Ne var ki, onlar Garplılaşmak temâyülündeydi, biz medeniyetçi olacağız....Onlar komitacıydı biz inkılâpçıyız.... Onlar Osmanlılaşma taraftarıydı biz milliyetçiyiz” İşte Atatürk’ün batılılaşma anlayışı…
 Kerameti meclisten mi bekleyeceğiz diyenlere Mustafa Kemal “ ... evet  ben kerameti Meclisden bekleyenlerdenim, bir devre yetiştik ki, meşruiyet esastır, bu da ancak milli kararlara istinat etmekle mümkün olabilir” diyerek demokratik kişiliğini ortaya koymaktadır.
Kendisi ve Kuvay-ı Milliye aleyhine fetvalar çıkararak “din” kartını oynayan Ferit Paşa’ya karşı Mustafa Kemal, aynı kozu “İslamın son kalesi de elden çıkmak üzeredir” diyerek daha etkili bir şekilde kullanmıştır. Yunanlılar tarafından içinde “Halife-i ruy-i zemin Padişah Efendi’nin devlete isyan edenlerin idama mahkum edildiğinin yazıldığı beyannamelerin uçaklar dolusu olarak göklerden boşaltılması da, başka bir “Bilgi Destek Harekatı” uygulaması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlar, uçaklardan boşaltılanlar; birde yerdeki hainlerin azınlıklar ile kolkola dağıttıkları beyannameler unutmamak gerekir. Fevzi Paşa’nın ifadesi ile “asıl amaç Kuvay-i milliye karşısına fetva kuvveti olan kuvay-i inzibatiyeyi çıkararak, bir tek İngiliz askerinin burnu bile kanamadan kendi insanımızı birbirine kırdırmak”. 11 Nisan 1336 (1920) da yazılmış olan “Fetva-yı Şerife :
“.... İslam şehirlerinde, bazı kötü adamlar birleşip anlaşarak ve kendilerine bir baş seçerek halkı kandırıp buyruksuzca asker toplamaya başvurup; zâhiren askerin ihtiyacı için, hakikatte ise ceplerini doldurma hevesiyle, haraç ve vergiler koyup türlü tazyik ve eziyetle, halkın mal ve eşyalarını ellerinden aldıkları; böylece Tanrı kullarına kötülük ettikleri ve onları cezalandırdıkları, bâzı şehir ve kasabalara saldırıp, onları yerle bir ettikleri ve onları cezalandırdıkları, bazı şehir ve kasabalara saldırıp, onları onları yerle bir ettikleri ve devletine bağlı nice yurttaşları öldürdükleri, usûlünce tayin olunmuş, bâzı asker ve sivil memurları vazifelerinden affedip, yerlerine kendi adamlarını getirdikleri, hükümet buyrklarının yerine getirilmesine engel oldukları, pâyitahtı ülkeden ayırıp halifenin gücünü azaltmak istedikleri, böylece hainlikte bulundukları;devletin nizamını ve şehirlerin asayişini bozmak için yalanlarla halkı kandırdıkları, açığa çıkıp gerçekleşen elebaşılarla, bunların adamları, devlete başkaldırmış kimseler olup haklarında çıkarılan pâdişah buyruğundan sonra da kötülüklerinde ısrar eder ve onları devam ettirirlerse, onların kötülüklerinden memleketi temizlemek ve tebaayı kurtarmak için öldürülmeleri gerekirmi?
Şehülislam: Gerekir.
Bu sebeple memlekette savaşa ve dövüşe gücü yeten müslümanların Halife Mehmet Vahdettin’in çevresinde toplanıp yapılacak davetlere verilecek emre uyarak sözü edilenlerle savaşmaları gerekir mi ?
Şeyhüliislam: Gerekir.
Halife tarafından asilerle savaştırılmak istenen askerler savaştan kaçarlarsa; dünyada şiddetli cezayı ve öldüklerinden sonra eziyete müstehak olurlar mı?
Şeyhülislam: Olurlar.
Halifenin askeri olupta ayaklananları öldürenler gâzi ve asilerce öldürülenler şehit olurlar mı?
Şeyhülislam: Olurlar.
Asilerle savaşılması için verilen padişah buyruğuna uymayan müslümanlar suç işlemiş bulunur ve cezaya müstehak olurlar mı?
Şeyhülislam: Olurlar.”
Yazarın o dönemin İstanbul tespitleride  ilginç: “ Costantinople” neresinden bakılırsa bakılsın Kâhire ile “ kâbil-i kıyas “ bir yer sayılamaz. Burası bir “metropol” minarelerine rağmen sanki batılı bir şehir; hele Müttefiklerin yönetimine intikalinden” sonra büsbütün böyle! “ Parisiana’nın”  Paris’deki bir gece kulubünden farkı nedir? Ya da Gülistan Satvet’in “Mondaine” bir Fransız “mademoiselle” inden farkı ?
Atatürk, Moskova’nın desteğini alabilmek maksadıyla temas kurma ihtiyacı hissetmekte fakat bu temas için resmi bir sıfatı bulunmamaktadır. TBMM’nin kendisini reis seçmesiyle bu da hallolmuş olur. İngiliz emperyalizmine karşı mazlum İslam devletlerinin desteğini ve Bolşeviklerin desteğini kullanmak ister. Fakat Bolşeviklerin yeni başlayan mücadelenin başarısından emin olmayan moskova aranın desteği verme de biraz çekingen ve tutuk davranır. Kitapta, Bolşeviklerin parasal yardım ve askeri malzeme desteğine karşılık Azerbaycan hükümetinin Bolşevik devletler grubuna sokulmasının taahhüt edilmesi  konusu araştırılması gereken bir konu olarak öne çıkmaktadır. Yazarın, Atatürk’ün Selanik yıllarında iken hatıra defterine  “ mutlaka socialiste olmalı...... maddeyi anlamalı “ şeklinde yazdığını iddia etmesi de ayrı bir inceleme konusudur.

 Yazar Çerkez Ethem’in özellikle Düzce-Hendek-Adapazarı, Yenihan-Yozgat-Boğazlıyan, Konya’da Delibaş Mehmet isyanını bastırmadaki başarılarını anlatıyor. Bu dönemde Çerkes Ethem alenen Ankara’yı faaliyetsizlikle ve kifayetsizlikle  suçluyor. Kitaptan bir bölüm:
“Söylediklerinin üzerine basarak İsmet Bey (İNÖNÜ) diyorduki:
“-- ... ne kadar acı, ne kadar jahredici olsa da aramızda hakikatleri itiraf etmemiz, bence en doğrusu olacaktır: Maatteessüf, Yozgat ve havalisindeki asileri tedîbe kâfi bir kuvvetimiz kalmamıştır; hadise vahim ve endişeyi mucip görünüyor; şu var ki Kuvay-i Seyyare gibi, maneviyatı son derece yüksek bir kuvvet için....”
Ethem Bey dik ve kendinden Emin sözünü kesti; yüksek sesle fakat, kimsenin yüzüne bakmadan konuşuyordu:
“ --... bu bir itiraf, kabul! Fakat geç kalmış bir itiraf! Heyeti temsiliye bir senedir, ne iş yaptı ? Niçin merkezinizi takviye etmediniz. Tebliğ-i resmi neşretmekle konferanslar tertiibiiyle, bu işleri halletmek mümkünmüdür?..”
“ Sustu, şikayetçi bir sesle ilave etti: “--... nihayet biz düşmanı bırakıp geride sizin işlerinizle uğraşmaktayız...”
Tevfik Bey, dudaklarında yanlış bir gülümseme, “ başını tasvip makamında” sallayarak Fevzi Paşanın gözlerinde cevap arıyor, paşanın cevabı alçak sesle aynı kelimelerin tekrarından ibaret: “--.... evet efendim! “ Yaptığı  sert çıkıştan Ethem Bey, galiba rahatsız olmuştu: Sigara yakmaya davranırken, daha düşük bir sesle dedi ki:
“--... affınıza mağruren, söyledim, serzenişten maksadım gafletlerinizin devamına mani olmaktır, daha Düzce’de bulunduğum sırada sarahatle ifade etmiştim ki....”
 Ethem Yozgat isyanından sonra “Mustafa Kemal’i meclisin önünde asmalı” diyor. Ethem’in ağabeyi Reşit Bey, kardeşine göre biraz daha hırslı olarak göze çarpıyor.Reşit Beyin niyeti başarıları karşılığında kendisine Erkân-ı Harbiye Umum Reisliğinin verilmesi, bunu hakettiğini beyan ediyor. Ethem Garp Cephesinde İsmet Paşa’nın emri altında çalışmak istemiyor aralarında ciddi görüş ayrılıkları var, Ethemin başına buyruk hareket etmek istemesi önceki alışkanlıklarının doğal bir sonucu.  Ethem ile Mustafa Kemal arasındaki husumet sonraları git gide derinleşiyor ve bir ara Ethem suikaste dahi yelteniyor.  Kitaptan bir bölüm.
“ Reis Paşa’nın odasındaki “musâfaha” gittikçe daha sert bir “münâkaşa” ya    
dönüşmüştü Tevfik Rüştü Beyin ir gözleri, gözlük camlarının ardında sonuna kadar açık ikisininde ellerinin, silahlarına, ne kadar yakın durduğunu gördükçe içi titriyor, uzaklardan o mahcup gük gürültüleri; camlarda, iri çekirdekli yağmur ve tıpırtısı!...
    Ethem Bey iri ve kaba kol hareketleri ile düpedüz bağırarak diyordu ki:
    “-- ... İsmet Bey ile mizacımız uyuşmuyor; geçinemeyeceğimiz kat’iyyen anlaşılmıştır; onu, başımızdan alınız yerine daha münasip, daha mülayim bir kumandan tayin edilsin... her halükârda bize suhûlet gösterecek bir zat olmalı; bu takdirde eminin ki her şey düzelecektir...”
Bu romanda Halide Edip Hanım ile Yunus Nadi Bey önemli bir rol oynuyorlar. Halide Edip’in bir dönem Amerikan mandası taraftarlığı, daha sonra ise Mustafa Kemal ve milli mücadele taraftarlığı ortaya konmuş. Halide Edip Mücadelenin medya tarafı ile daha çok ilgili görünüyor. Yunus Nadi ise mecliste Tevfik Rüştü ile birlikte Mustafa Kemalin isteği ile Komünist Fırkasını kurarlar. Bolşevizm ile ilgili olarak Mustafa Kemal şunları söyler "Bolşevik olmak başkadır. Bolşevikler ile  teşrik - i mesai etmek başkadır. Biz ikinci yolu seçtik". Kitaptaki çarpıcı konulardan biri de düzenli ordunun kurulmasında Troçki’nin Kızılordusundan esinlenildiği savıdır.
O dönemde mecliste Bursa’nın işgali vekiller arasında ciddi galeyana sebep olmuş ve Mustafa Kemal aleyhtarları seslerinin iyiden iyiye yükseltme zemini yakalamışlardır. O bu noktada gerçekçi kişiliğini ortaya koyarak şunları söyler “....efendiler! Vaziyeti muhakeme ederken ve tedbir düşünürken ...acı da olsa ... hakikati görmekten bir an fariğ olmamak lazımdır... Kendimizi ve birbirimizi aldatmak için lüzum ve mecburiyet yoktur...Hey’eti Vekile bu tarihteki şeraite göre, seferberlik  yapabilmeyi acaba düşünebilirmiydi?..... Memleketin baştanbaşa halifenin fetvası hükmünde olduğu bir sırada..... milleti askere davet etmek, caiz ve mümkün görülebilirmiydi”.
 Kitapta Bursa’nın Yunan tarafından işgalinin faturası can ve mallarını selamette görmek isteyen “Burjuva” ya kesilmiş. Yunanlıyı Bursa eşrafının adeta davet ettiği yazılmıştır.
Dikkat çekici bir diğer konuda Çerkeslerin Anadolu’da muhtar bir devlet kurmasına yönelik iddiadır. Kitapta, İzmir’de bu amaca dair bir cemiyet kurduklarından bahsetmektedir.
Romanda Atatürk’ün yer yer Rumeli ağzı ile konuşmaları göze çarpmaktadır. Ayrıca, Atatürk’ün yurt dışı görevlerde tanıdığı yabancı bayanlarla ilişkileride yer almaktadır. Aşklarının arasında Fikriye Hanıma olan tutkusu hususiyet kazanmıştır.
Kitabın son bölümünde birinci İnönü muharabesi ve Çerkes Ethem’in ihaneti yer almaktadır. Mustafa Kemal İnönü zaferi için “kendisi küçük ganimeti büyük “ diye ifade etmektedir.

18 Mayıs 2013 Cumartesi

19 MAYIS ATATÜRK'Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI KUTLU OLSUN


Atatürk gençlerle ders dinliyor
Atatürkümüz gençlerle ders dinliyor
"Her şeye rağmen muhakkak bir ışığa doğru yürümekteyiz.  Bende bu imanı yaşatan kuvvet, yalnız aziz memleket ve milletimin hakkındaki sonsuz sevgim değil; bugünün karanlıkları, ahlâksızlıkları, şarlatanlıkları içinde sırf vatan ve hakikat aşkıyla ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik görmemdir."  


MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Büyük Atatürk gençlerle beraber
Atatürkümüz gençlerle beraber
19 MAYIS ATATÜRK'Ü ANA BENÇLİK VE SPOR BAYRAMI KUTLU OLSUN.

22 Haziran 2012 Cuma

ETNOGRAFYA MÜZESİ HANGİ TARİHTE HALKA AÇILMIŞTIR?

ETNOGRAFYA MÜZESİ NE ZAMAN HALKA AÇILMIŞTIR?
On beş yıl süreyle Mustafa Kemâl  ATATÜRK’ün  naşına ev sahipliği yapan Etnografya Müzesi,
devlet başkanlarının, elçilerin, yabancı heyetlerin ve halkın ziyaret yeri olmuştur. İçinde Anadolu etnografya ve folkloru, sanat tarihi ile ilgili eserleri içeren bir ihtisas kütüphanesi de bulunan bu müze 18 Temmuz 1930 tarihinde halka açılmıştır.  

4 Mayıs 2012 Cuma

Atatürk’ün Yurt Gezileri, Mehmet Önder

Atatürk’ün Yurt Gezileri, Mehmet Önder, 1998, İstanbul
Atatürk’ün Anadolu’da yaptığı yurt gezileri.
    Yazar, Dr. Mehmet Önder, 1926 yılında Konya'nın Çumra ilçesi’nde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Konya'da tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne devam etti; ama tarih sevgisi ağır bastığından 1946 yılında bu fakülteden ayrılarak 1950 yılında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin sanat tarihi bölümünden mezun oldu.
    Bundan sonra, müze müdürlüğü, bu müdürlükler sırasında 20’ye yakın müzenin oluşturulması, yurtdışı müze müdürlükleri,  Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü, Başbakanlık Kültür Müsteşarı, Almanya'da Bonn Büyükelçiliği’nde Kültür Müsteşarlığı görevlerinde bulundu.
    Mehmet Önder, merkezi Berlin'de bulunan Alman Arkeoloji Enstitüsü üyesi, Londra’da Uluslar arası Mevlana Araştırmaları Kurumu’nun şeref üyesi, Lahore’da İkbal Akademisi üyesi ve daha birçok kültür derneğinin üyesi oldu. Ayrıca Önder, Türk-Alman Dostluk Derneği ve Türkiye-Pakistan Kültür Derneği Genel Başkanlığı’nı da yaptı.
    Pakistan’dan “Sitare-i İmtiyaz” nişanı, Almanya’dan “Üstün Liyakat” Nişanı, çeşitli üniversitelerden fahri doktora unvanına sahiptir. Mehmet Önder araştırmalarını aralıksız sürdürerek yurt içinde ve yurt dışında 150’den fazla kongre, seminer ve sempozyuma katılmış, hepsinde de bildiriler vermiştir. Mehmet Önder Ağustos 2004 tarihinde vefat etmiştir.
    Atatürk’ün Yurt Gezileri
    Kurtuluş Savaşını kazandıktan sonra ölümüne kadar çıktığı yurt gezilerinde 52 il merkezine uğramıştır. Birçok ile birden fazla ziyaret yapmış, buralarda günlerce, haftalarca kaldıkları olmuştur. Atatürk'ün zaferlerini olduğu kadar inkılâplarını da gezileri içinde değerlendirmek lazımdır. İnkılâp Kanunları çıkmadan önce halkın içine girmiş yapacaklarını ve yaptıklarını anlatmaya çalışmış milletin onayını almaktan geri kalmamıştır. Atatürk’ün çeşitli illere yaptığı yurt gezilerinden birkaç örnek aşağıda sunulmuştur.
    Tekirdağ
    Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Tekirdağ'a 2 Şubat 1915,  23 Ağustos 1928’te olmak üzere iki kez gelmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Tekirdağ'a ilk olarak (2 Şubat 1915), beraberinde emir subayı Üsteğmen Çerkeşli Hasan Çavuş'un mangasını alarak Tekirdağ'a gelmiş, beraberindekilerle sahil kışlasına yerleşmişlerdir.
    Mustafa Kemal'in Tekirdağ'a ilk geliş nedeni Enver Paşa'nın emriyle 19. Fırkayı kurmak içindir. Yarbay Mustafa Kemal Tekirdağ'a geldiğinde böyle bir fırkanın adının var fakat kendisinin yok olduğunu görmüştür.
    Tekirdağlıların olağanüstü yardımlarıyla Tekirdağ, Malkara, Çorlu, Hayrabolu civarından gelen 891 kişiyle 57. ve 72. alayları tamamlayarak 25 Şubat 1915'te gelen bir emirle Çanakkale Savaşları'na katıldı. Bu savaşlarda tarihe altın harflerle geçen başarılar kazandı. Çanakkale Savaşları'nın kazanılması sonucunda Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti düşman işgalinden kurtulduğu gibi, Osmanlı Devleti'nin yıkılması bir süre engellenmiş, kısa bir süre sonra da Türk Ulusu Atatürk'ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı'nı kazanarak Cumhuriyet yönetimine geçmiştir.
    Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Tekirdağ'a ikinci kez gelişi 23 Ağustos 1928 Perşembe günü Ertuğrul Yatı ile olmuştur. Atatürk'ün Tekirdağ'a bu gelişlerindeki neden 14 yıl önceki ilk gelişlerindeki anıları tazelemek veya Tekirdağ'ın güzelliklerini seyretmek için değildi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk kendisini karşılayan Vali Arif Hikmet Bey, Belediye Başkan Vekili Ziya Şıra Bey ve kalabalık bir halk topluluğu ile vilayete gelmiş, meclis odasında siyah tahta ve tebeşir hazırlatarak en büyük devrimlerden biri olan Harf Devrimi'ni başlatmıştır.
    Gazi Mustafa Kemal Atatürk Tekirdağ'a ikinci kez gelişindeki mutluluğunu şu tümcelerle anlatıyor: "İlk 2 Şubat 1915'te 19’uncu Fırka kumandanı olduğum Tekirdağ'ı 14 sene sonra ziyaret edebildim. Bundan son derece memnun ve mutluyum. Fakat beni en çok memnun ve mutlu eden olay Tekirdağlı vatandaşlarımın daha şimdiden Türk harfleriyle yazıp, okumayı öğrenmiş olmalarıdır".
    Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün en önemli özelliği devrimlerini halk adına yapmak ve özellikle ona benimsetmekti. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde 1 Kasım 1928'de Harf Devrimi yapılmış bu sayede Türk toplumu içinde bocaladığı doğu gelenekçiliğinden sıyrılıp Batı uygarlığına yönelmiş ve gerçek bir kültür devrimi yapılmıştır. Bu büyük devrimin ilk adımının ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ilk başöğretmenliğinin Tekirdağ'da olması Tekirdağlılar için büyük mutluluk ve onur kaynağıdır.
    Havza
    Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Havza'ya 25 Mayıs 1919,  24 Eylül 1924’te olmak üzere iki kez gelmiştir. 19 Mayıs 1919'da Samsun'a gelen Mustafa Kemal 25 Mayıs 1919'da Havza'ya gelmiş ve burada tam 18 gün kalmıştır. Bu çok önemli bir rakamdır. Milli Mücadele'nin tüm planları, tarihe Amasya Tamimi diye geçen genelge, Havza'da hazırlanmıştır. Havza'dan ayrılırken "Havzalılar, sizleri hiç bir zaman unutmayacağım." diyerek, çetin bir yolculuğa çıkan, Mustafa Kemal, büyük zafer kazanıldıktan ve Cumhuriyet kurulduktan sonra genç Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı olarak 24 Eylül 1924'te Havza'ya gelerek milli mücadele için karargâh olarak kendisine tahsis edilen ve şimdi Atatürk Müzesi olan binanın balkonundan bütün dünyaya şöyle seslenmiştir:
    "Havzalılar! Sizinle en elemli ve yeisli günlerde tanıştım, aranızda günlerce kaldım. Bana mazinin hatıratını hatırlatan şu daire içinde kıymettar mesai ve muavenetinizden çok müstefit oldum. Eğer Havzalıların o samimi ve metin hüsn’ü kabulleri olamasa ve eğer Havza'nın nafi ve şifalı kaplıcaları ahvali sıhhiyem üzerinde müspet bir tesir bırakmasaydı, emin olunuz ki inkılap için çalışamayacaktım. Bundan dolayıdır ki Havza'ya ve Havzalılara çok borçluyum. Kalbi rabıtamı ebediyen saklayacak ve sizi hiç unutmayacağım. Muhterem Havzalılar! İlk cüreti, ilk cesareti gösteren, ilk teşkilatı yapan sizlersiniz. İnkılap ve Cumhuriyet tarihinde kahraman Havza'nın ve Havzalıların büyük bir yeri vardır.”
    Bandırma
    Modern Türkiye'nin kurucusu Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Bandırma'ya, 8 Ekim 1925, 13 Haziran 1926, 20 Ocak 1933’te olmak üzere üç kez gelmiştir.
    Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra ilke ve devrimlerini gerçekleştirme ideallerine ışık tutan gezilerinden birisi için 8 Ekim 1925 Perşembe günü, Mudanya İskelesinden Ertuğrul Yatı ve Yunus Torpidosu eşliğinde hareket eden Atatürk, aynı gün Bandırma'ya ilk kez gelmiştir. Ahşap iskelede görülmemiş bir kalabalıkla Bandırmalılar, heyecan ve büyük bir coşku içinde Atalarını bekliyorlardı. Güverteden Bandırma'yı seyreden büyük Atatürk'ün içini birden büyük bir hüzün sardı. Çünkü karşısında Ulusal Kurtuluş Savaş'ında yanmış yıkılmış harabe bir şehir vardı. O, şu tarihe geçen sözlerini, Bandırma ve Bandırmalılar için söyledi: "Milletimiz çalışkandır! Bu fazileti taşıyan Bandırmalıların en kısa zamanda şehirlerini imar edeceklerinden, halen barut ve is kokan bu güzel beldeyi mamur hale getireceklerinden asla şüphe etmiyorum!".
    13 Haziran 1926 Pazar günü, Mudanya iskelesinden Karadeniz Sergi Vapuru ile hareket eden Atatürk, aynı günün akşamına doğru yanındakilerle beraber ikinci defa Bandırma'ya geldi. Şehir halkı, kendilerini emsalsiz gösterilerle karşılandı. Büyük kurtarıcı ve modern Türkiye'nin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk daha sonra aynı gece törenle Balıkesir'e gitmek üzere, halkın sevgi gösterileri arasında Bandırma'dan ayrıldı.
    1933 yılı Ocak ayının ortasında Ankara'dan Eskişehir'e geçen Atatürk, oradan da Derince'ye geçerek, Gülcemal vapuru ile 17 Ocak 1933 günü Mudanya iskelesine çıktı. O gün saat 18.30'da Bursa'ya vardı. Doğruca Çekirge'deki köşke gitti. Ertesi sabah, resmi ziyaretlerini yaptıktan sonra, Bursa Valisi Fatih Gökmen ile birlikte Gemlik'te zeytin üreticileriyle görüştü. 19 Ocak 1933 günü de Bursa Çekirge'deki modern kaplıca olacak olan Çelik Palas'ın inşaatını, İpek-İş Fabrikası'nı ve Askeri Hastane'yi gezdi. Bursa'dan Gemlik'e giden Atatürk, 20 Ocak 1933 akşamı Gemlik iskelesinden Gülcemal vapuru ile Bandırma'ya geldi. İskelede Balıkesir Valisi İbrahim Ethem (Akıncı), Belediye Başkanı Naci (Kodamaz), Bandırma halkı ile birlikte Atatürk'ü Bandırma'da karşıladılar.
    O eşsiz insan, geceyi Bandırma'da geçirdikten sonra, 21 Ocak 1933 tarihinde, tekrar şehir istasyonunda hazır olan trene bindi. Atatürk, dönemin Belediye Başkanı'ndan bilgiler aldı. Halkın sözlü ve yazılı dilekçelerindeki sorunları dinledi. Çevreden gelen temsilcileri tren salonunda kabul etti. Onlarla görüştü ve konuştu. Sorunlarının çözümleri konusunda bilgiler verdi. Aynı gün de trenle Balıkesir'e gitti.
    Niğde
    Atatürk Niğde'ye ilk olarak 5 Şubat 1934'te gelmiştir. Atatürk, 14 Ekim 1924'te eşi Latife Hanımla birlikte Kayseri'de iken Niğde Valisi Asım Bey başkanlığındaki bir Niğde Heyeti, Kayseri'ye gelerek, Atatürk'ü şehirlerine davet etmişlerse de bu 1934 yılına kadar mümkün olamamıştır.
    1 Şubat 1934 sabahı Atatürk, yanında Prof. Afet İnan, milletvekillerinden Kılıç Ali, Ruşen Eşref (Ünaydın), Falih Rıfkı (Atay) olduğu halde otomobillerle Kırşehir'e gelmiş, buradan Yozgat'a ve Kayseri'ye gitmişti. 5 Şubat 1934 günü öğleden sonra Atatürk yanına Kayseri Kolordu Komutanı Abdurrahman Nazif (Gürman) ve 41’inci Tümen Komutanı Ali Rıza (Artunkal)'ı da alarak özel trenle Niğde'ye hareket ederek gece saat 20.30’da Niğde'ye geldi. Niğde halkı o gece tümüyle istasyondaydı.
    Niğde sorunları hakkında Atatürk'e gerekli bilgiler verildi. Niğde'nin meyveleri boldu. İhraç imkânları yoktu. Bu ürünlerin değerlendirilmesi için fabrikalar isteniyordu. Niğde Milletvekili Halit (Mengi) Niğde'ye bağlı Ulukışla ilçesi Çiftehan bucağında şifalı su olduğunu, sağlığa yararlı bu kaplıcanın geliştirilmesi gerektiğini söyledi. Atatürk, bununla çok ilgilenmişti. "Yarın Çiftehan'a gidelim ve kaplıcayı görelim." dedi. Bir ara, Niğde ve çevresine yerleştirilen Rumeli göçmenleri konusunda bilgi aldı, Vali Ziya (Tekeli) göçmenlerin tamamen yerleştirildiğini, durumlarının çok iyi olduğunu, işleriyle uğraştıklarını söyleyince Atatürk, memnun oldu.
    Geceyi trende geçiren Atatürk, gazetelerin verdiği bilgilere göre, ertesi gün 6 Şubat 1934 sabahı Niğde'de otomobille kısa bir gezinti yaparak ve trene binerek Ulukışla'ya hareket etti. O günden sonra Niğdeliler Atalarının şehirlerine geldiği gün olan 5 Şubat'ı her yıl törenlerle kutlamaktadırlar.
    Elazığ
    Atatürk, Şükrü Kaya, Sabiha Gökçen, Celal Bayar, Kılıç Ali ve Fazıl Ahmet Aytaç ile birlikte 17 Kasım 1937 tarihinde Doğu Anadolu'ya yaptıkları gezi sırasında Elazığ'a uğradı.
    14 Kasım 1937 günü Yolçatı’ya gelen ve büyük bir törenle karşılanan Atatürk ile beraberindekiler o gün Elazığ'a geçmeden Diyarbakır'a gittiler. Diyarbakır'a giderken, Elazığ'ın Sivrice İlçesinde bulunan Gölcük Gölü'nü gördüğünde beyaz treni göl kenarında durduran Atatürk bu güzellik karşısında duygularını "Dünyanın en güzel memleketi Türkiye'dir." diyerek dile getirdi. Orada bulunan köylülere "Burada Yalova gibi modern bir şehir kuracağım." diye söz vererek gerekli tesislerin yapılması için hemen 500.000 TL'lik bir ödeneğin gönderilmesini emretti.
    Atatürk, Diyarbakır dönüşü 17 Kasım 1937 günü beyaz treni ile Elazığ garına geldi ve büyük bir törenle karşılandıktan sonra Korgeneral Abdullah Alpdoğan'ın arabasına binerek Halk Evi'ne gitti. Burada kendilerine ayrılan odada bir müddet dinlendikten sonra Belediye ve diğer resmi kuruluşları ziyarette bulundu. Daha sonra, Pertek ile Hozat'ı ayıran Sünget Çayı üzerinde yapılmış olan köprüyü tören ile açmış, bu köprüye Singeç adını vermiştir. Buradan Pertek İlçesine geçen Atatürk bu ilçeyi çok beğenmiştir. Aynı gün Elazığ'a dönerek gece kendi onurlarına düzenlenen edebi müsamereye katılan Atatürk bu toplantıda Elaziz adının Elazığ olarak değiştirilmesini teklif etti, teklif alkışlarla kabul edildi. 23 Kasım 1937 günü de Elazığ Belediyesi olağanüstü toplantı yaparak, Elaziz adının Elazığ olarak değiştirilmesi kararını aldı.
    Malatya
    Büyük Önder Atatürk, Ege Vapuru ile 12 Şubat 1931 günü Mersin iline gelmiş, aynı gün saat 18.00'de özel treni ile yeni hizmete açılan Fevzipaşa-Malatya demiryolunu takip ederek Malatya'ya gelmek üzere harekete geçmiştir. 13 Şubat 1931 günü saat 17.30'da Malatya garına gelen Atatürk, burada büyük bir törenle karşılanmış, halk büyük bir sevgi ve saygıyla bağrına basmıştır. O gün ilimizin büyük caddeleri ve resmi daireler bayraklarla donatılarak şükranlarını ifade etmişlerdir.
    Mustafa Kemal, trenden indikten sonra hem Malatya halkını görmekten duyduğu memnuniyeti ifade etmek, hem de demiryollarının önemini belirtmek üzere o dönemin başbakanı İsmet İnönü'ye çekilmek üzere Malatya valisi Mehmet Tevfik'e bir telgraf vermiştir. Atatürk telgrafında şöyle diyordu; "Başvekil İsmet Paşa Hazretlerine, Yeni yapılan tren yolu ile Malatya'ya vardığım bu günde size takip ettiğiniz pek isabetli imar faaliyetlerinden dolayı, bir daha tebrik ve takdirlerimi arz ederim.”
    Tren garından ayrılan Atatürk, otomobile binmedi, İstasyon virajına kadar Malatya halkı ile birlikte yaya yürüdü. Daha sonra yeni açılan Atatürk caddesini otomobili ile geçerek, bugünkü "Atatürk Evi ve Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü" binası olarak kullanılan o günkü adı ile "Türk Ocağı" binasına geldi. Atatürk, burada halka hitaben yaptığı konuşmada şunları söyledi: "Malatya'yı görmek, Malatyalılarla daha çok görüşmek için bu kadar zaman yeterli değildir. İleride daha uygun bir zamanda belki Başvekil İsmet Paşa ile gelip, sizlerle görüşmek fırsatını bulurum."
    Malatya Belediye Başkanı Mustafa Naim (Karaköylü), Atatürk'e hiç olmazsa Malatya'da birkaç gün kalmasını arz edince; Atatürk demiryollarının önemini belirten şu konuşmayı yaptı: "Arkadaşlar, önemli bir ilimizin merkezine bizi getiren, demiryolu olmuştur. Bugüne kadar bu önemli ve feyizli Malatya'ya gelmek isteyenler, bu medeni vasıtanın bulunmamasından dolayı isteklerine kolaylıkla muvaffak olamamışlardır. Yeni eser bu genel isteği tatmin edecektir ümidindeyim. Türkiye Hükümeti'nin tespit ettiği projeler dahilinde belirli zamanlar içinde, vatanın bütün bölgeleri çelik raylarla birbirine bağlanacaktır. Bütün vatan bir demir kitle haline gelecektir.
    Demiryolları memleketin tüfekten, toptan daha önemli bir koruma silahıdır. Demiryollarını kullanacak olan Türk Milleti, doğuşundaki sanatkârlığının eserini göstermiş olmakla övünecektir. Demiryolları, Türk Milletinin refah ve medeniyet yollarıdır"
    Geceyi Malatya'da geçiren Atatürk, 14 Şubat 1931 günü Adana'ya gitmek üzere özel treni ile Malatya'dan hareket etmiştir.
    14 Kasım 1937 günü saat 13:00’de Malatya'ya ikinci defa gelen Atatürk, tren garında Malatya Valisi Belediye Başkanı, milletvekilleri, askeri yetkililer, öğrenciler, izciler ve Malatya halkı tarafından parlak bir törenle karşılandı. Bu karşılama töreni sırasında 21 pare top atışı yapılarak Atatürk'e olan saygı ifade edildi.
    Mersin
    Atatürk, Mersin'i birçok defa ziyaret etmiştir. Mersin'e ilk ziyareti Cumhuriyetten önce 5 Kasım 1918'de olmuştur. Atatürk, bu ziyaretinde Silifke sınırları ve Toros eteklerinde, karakolların artırılmasını ve dağ köylerine depolardaki yeni silah ve cephanelerden bol miktarda dağıtılmasını yetkililere tavsiye etmiştir.
    Gazi Mustafa Kemal Paşa, 17 Şubat - 4 Mart 1923 arasında İzmir'de toplanan "Türkiye İktisat Kongresi"nden sonra ilk yurt gezisini Adana ve Mersin'e yapmıştır. Mersin ve Tarsus'u ziyaret etmek üzere Gazi ve yanındakiler, 17 Mart 1923 Cumartesi sabahı Adana'dan trenle hareket etmişlerdir. Saat 11.30'da Mersin tren istasyonuna halkın coşkun tezahüratlarıyla girdi. Gazi, eşi Latife Hanım ile trenden indikten sonra istasyon önündeki merasim kıtasını teftiş etti. Önce hükümet binasına, daha sonra da Belediye binasına gelen Gazi, başkandan belediye hizmetleriyle ilgili bilgi aldı. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Gençler Yurdu'nu ziyaretinde, gençlere çok çalışmalarım tavsiye ederek, Türk Ocağı'na katılmalarını önerdi.
    Program gereğince Millet Bahçesinde çaylar içildi.  Hükümet Tabibi Reşit Galip Bey'in heyecanlı bir ses tonuyla söylediği, anlamlı ve samimi hitabını dinlerken ve özellikle "senin büyüklüğün, bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmendir" sözlerinden çok duygulandı. Sonra "Mersinliler, memleketiniz, beldeniz Türkiye'nin çok mühim bir noktasında bulunuyor. Çok mühim ticaret noktasıdır. Memleketiniz bütün Dünya ile Türkiye'nin irtibat noktasının en mühim yerindedir. Bunu sizler benden iyi biliyorsunuz. Aziz arkadaşlar, bu memleketin hakiki sahibi olunuz" dediği hitabesini söyledi.
    Atatürk 20.01.1925 tarihinde yine Eşi Latife Hanımla birlikte Mersin'e gelmiş ve günümüzde Atatürk evi olarak müzeye dönüştürülen Christmann Köşkü'nde misafir edilmiştir. Bu ziyaretinde Mersin'de iki gün kalmıştır. Atatürk Mersin’den satın aldığı çiftlik kurtuluştan modern bir çiftlik haline getirilmiş, bağış üzerine hazineye devredilmiştir.
    Atatürk, 10.05.1926 tarihinde Konya üzerinden trenle Mersin'e gelmiş ve doğruca limandaki Ertuğrul yatına binerek Taşucu’na gitmiştir. Atatürk, bundan sonra üç defa daha Mersin'e gelmişse de kentte kalmamıştır.
    Atatürk, 19.11.1936 tarihindeki tren yoluyla Mersin'e gelişinde Mersin Valisine "Vali Bey, konağı çabuk düzenle ve noksanlarını tamamlayın. Her sene Nisan ayını burada geçirmek istiyorum." demiştir. Atatürk'ün Mersin'e son gelişi ise 20.05.1938 Cuma günü 13.30'dur. Bu ziyaretinde de Vali Konağı'nda kalmıştır. Konağın balkonunda oturduğu sürece halk karşı kaldırımda, oradan ayrılıncaya kadar, uzun süre sevgi ve ilgi ile büyük kurtarıcıyı izlemiştir.
    Erzincan
    Atatürk, Erzincan'a ilk olarak 1 Temmuz 1919'da gelmiştir. Erzurum Kongresi'nde bulunmak üzere, 28 Haziran 1919'da otomobille Sivas'tan Erzurum'a hareket eden Mustafa Kemal Paşa, yolu üzerindeki köy ve kasabalara uğrayarak 1 Temmuz 1919 günü Erzincan'a gelmiş, geceyi Erzincan'da geçirdikten sonra ertesi gün Erzurum'a hareket etmiştir.
    Atatürk, Erzurum Kongresi dönüşünde, 30 Ağustos 1919 günü öğleden sonra, Erzincan'a yakın Gazlısu'ya (Ekşisu) geldi. Burada, Erzincan ileri gelenlerinden bir heyet, Atatürk'ü karşıladılar. Kısa bir süre, su başında dinlenen kafile, Ekşi sudan içtikten sonra birlikte Erzincan'a hareket ettiler. Atatürk, Erzincan'da Erzurum Kongresine katılan Şeyh Fevzi Efendi ile de buluştu. Şeyh Fevzi Efendi, Atatürk'ü yürekten destekliyordu. 0 akşam Erzincan'lılar adına, Erzincan Mutasarrıfı, Belediye'de bir yemek verdi. Mutasarrıfın evinde konaklayan Atatürk, sabahleyin Mutasarrıflığa resmi bir ziyaret yaptı. Buradan Belediyeye geldi ve halkla görüştü. Aynı gün Sivas'a hareket etti.
    Cumhuriyet'in ilanından sonra, eşi Latife Hanımla birlikte çıktığı uzun sonbahar gezisi sırasında 29 Eylül 1924 günü Erzincan'a üçüncü defa geldi. Erzincan’a gelmeden Refahiye’ye uğradı. Şehre girişinden Belediyeye kadar olan caddeyi okullar, esnaf birlikleri ve halk doldurmuş büyük bir karşılama yapılmıştı. Atatürk, beraberindekilerle kısa bir süre Belediye binasında dinlendikten sonra Vilayete, kolorduya gitti. Akşam verilen yemekte Atatürk, Erzincanlıların kendisi için gösterdikleri sevgi ve bağlılığa teşekkür ettikten sonra: "Erzincan'ın az zamanda layık olduğu ve Cumhuriyetin kendisinden beklediği mertebede nur ve feyiz kaynağı olacağına tamamen inanıyorum." dedi. 0 gece fener alayı yapıldı. Atatürk, ertesi 30 Eylül 1924 sabahı tekrar geleceğini ve bir gece daha kalacağım söyleyerek Erzincan'dan Erzurum'a hareket etti.
    Atatürk, sözünde durmuştu. Erzurum dönüşü 10 Ekim 1924 günü Erzincan'a tekrar geldi. Bu defa Latife Hanım yanında değildi. Onu Kayseri'ye göndermişti. Gittiği yerlerde karşılama töreni istemiyordu. Ancak Erzincan'da binlerce halk yine yollara, caddelere dökülmüştü. 0 geceyi de Erzincan'da geçirdi. Erzurum'a her gidişinde geceyi Erzincan'da geçiren Atatürk, Erzincan'ı ve Erzincanlıları her zaman sevmiş, onların vatanseverliklerini sıklıkla övmüştür.

5 Mart 2012 Pazartesi

Ama Hangi Atatürk, Taha Akyol

Ama Hangi Atatürk, Taha Akyol, Doğan Egmont Yayıncılık, 2008, İstanbul
Çeşitli Dönemlere Göre Atatürk’ün Politikacı ve Diplomat Yönü 

    Kitap Mondros Mütarekesi  ile yola çıkarak Mustafa Kemalin Mütarekeye karşı tavrı, İstanbul’daki siyasi çalışmaları, Anadolu’ya geçiş, Erzurum Kongresi’nde Bolşevizm ve manda konuları, Sivas Kongresi’nde manda, Mustafa Kemal’in bu süreçteki siyasi taktikleri, İstanbul hükümetiyle ilişkiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Milli Mücadele sırasında Bolşevizm ve İslam siyasetleri, Zaferle başlayan batılılaşmanın Lozan’da kurumlaşması, Günümüzde de önemini koruyan Kürt ve Kuzey Irak sorunları, Musul-Kerkük meselesi ve 1930’ların ortasından itibaren Atatürk’ün İngiltere ile ittifak yapma çalışmalarını anlatıyor.
    Rumeli’ yi kaybettiğimiz Balkan savaşı ardından Birinci Dünya savaşı, Sarıkamış faciası, Çanakkale, Filistin cepheleri ve bu savaşlar da 3 milyon kayıp. Silâhaltına alınan her üç kişiden biri evine dönebilmiştir. Mondros mütarekesi ardından Anadolu’nun galip devletler tarafından paylaşılmasını ve Türklere bırakılacak yerlerin de Avrupalıların denetiminde olmasını öngören Sevr Antlaşması.  Başyaver Naci Bey’e padişaha sunulmak üzere gizli bir telgraf çeken Mustafa Kemal orduların muharebe kuvvetinden mahrum olduğu için hemen barış yapmak ve yeni bir hükümet kurmak gerektiğini anlatıyordu. Ülkenin daha büyük kayıplara uğramamsı için Mustafa Kemal’in siyasi projesi şimdilik budur.

    Mondros Mütarekesi Limni adasının Mondros Limanında zamanın Bahriye Nazırı Rauf Orbay tarafından imzalanmıştır. Mondros kısa bir süre için ümit ve ferahlama duygusu yaratmıştır. Hatta Atatürk, arkadaşı Ali Fuat Paşa’ya mütarekenin feshinden korktuğunu bile söylemiştir. Ancak bir süre sonra İngilizlerin mütareke şartlarını aşan, kendi sözlerine de uymayan hareketlere başlaması, özellikle İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi, ülkede Mondros’a karşı sert ve sürekli bir tepki oluşturmaya başlamıştır.
    Mustafa Kemal Paşa Kasım 1918 de Ahmet İzzet Paşa’nın İstanbul’da kendisine ihtiyaç olduğunu bildiren telgrafı üzerine İstanbul’a gelmiştir. Hedef mevcut Tevfik Paşa hükümetini düşürmek, onun yerine Ahmet İzzet Paşanın kuracağı hükümete Harbiye Nazırı olarak girmek, İstanbul’da iktidarı ele almaktır. Bunların hiçbiri gerçekleşmemiş, İzzet Paşa yeni bir hükümet kurmuş ama Mustafa Kemal Paşa bu hükümet içinde yer almamıştır. Lord Kinross’a göre Mustafa Kemal acaba müttefikler yoluyla bir iş başarabilir mi, diye düşünmeye başlamıştır. O’nun için yetkisiz kalmaktansa herhangi bir yetkili görevde bulunması isteklerini(yani Lord Curzon’un korktuğu milli ayaklanmayı) gerçekleştirmek için şarttır. Bu maksatla çeşitli girişimlerde bulunmuş ve sonunda anlamıştır ki İngiltere’ye ve Yunanistan’a karşı İtalya’dan yararlanmak mümkündür. Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşında İtalya-Yunan karşıtlığından yararlanacak ve Batılılarla ilk antlaşmayı İtalya ile yapacaktır. Mustafa Kemal’in bütün çabası, bir şeyler yapmak için, askeri ve siyasi bir kuvveti ele geçirmektir. Artık tek yol Anadolu dur. Aradığı askeri ve siyasi gücü, padişah fermanı ile alacak, o şekilde Samsun’a çıkacaktır.
    İstanbul ve İzmir işgal edilmişti. Artık siyaset ve diplomasi bitmişti. Anadolu da milli bir kurtuluş harekatı başlatılabilir miydi? Denemekten başka çare yoktu. Komutanlar da bunu düşünerek Anadolu’ya geçtiler. Bu amaçla Anadolu’ya tayinini yaptıran ilk kumandan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’dır. Hemen ardından Kazım Karabekir Paşa Erzurum’a atamasını yaptırmıştır. Ali Fuat ve Karabekir’den sonra, Mustafa Kemal ve Albay Refet (Bele) Samsun’a çıkarak Anadolu’ya geçtiler. Rauf Orbay’da Deniz Kuvvetlerindeki görevinden istifa ederek Anadolu’ya geçen komutanlardandır.
    İngilizlerin Mondros Mütarekesinin 7. ve 24. maddelerini uygulamaya koymalarını engellemek yani Karadeniz ve Doğu illerinde sükûneti sağlayarak yeni işgalleri engelleyebilmek için Mustafa Kemal Paşa Anafartalar kahramanı olarak Padişah tarafından müfettişlik görevine atanmıştır. İttihatçılara karşı olduğu için onun atanmasını İngilizler de engellememiştir. Vahideddin’in kastı, İngilizlerin yeni bir işgaline yol açabilecek olayları Mustafa Kemal Paşa’nın önlemesidir. Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkarken elbette hangi güçlere dayanabileceğinin bir analizini yapmıştı. Hareketin meşruiyet temeli Hâkimiyet-i Milliye olacaktı. Dünya politik dengelerinde ise ‘Doğu Mefkûresi’ başka bir deyişle Doğu milletlerinin kurtuluşunu amaçlayan antiemperyalist bir İslam ve sol anlayışı. Bolşevik Rusya ve İslam dünyası ile ittifak.
    Türklerin Bolşevikliği kabul etmesi; İngilizlerin müthiş korkusu ama Lenin’in büyük umududur. Mustafa Kemal bu korkuyu da bu umudu da tam bir kurmay ustalığı ile çok iyi değerlendirecektir. Mustafa Kemal’in İslami dil kullanarak yürüttüğü siyaset Milli Hareketin elindeki en büyük kozlardan olacaktır. Türkiye’ye destek olmak için Hindistan’da ‘sivil itaatsizlik’ anlamında ‘hicret’ ve ‘boykot’ hareketleri hızla yayılıyor ve Londra üzerinde ağır bir baskı kuruyordu.
    Anadolu’ya çıkmış olan Mustafa Kemal Paşa bu tabloyu çok iyi görmüştür. İslam âlemine beyanname yayınlıyor. Meclisi dualarla tekbirlerle açıyor, Hilafeti korumak için çarpıştığını ilan ediyor. Lenin’e mektuplar yazıyor, Bolşevizm’i övüyor, Ankara’da bir Komünist Partisi kurduruyor, emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadele ettiğini defalarca tekrarlıyordu. Prof. Kürkçüoğlu Mücadele’de Mustafa Kemal’in dış politika bakımından üç temel faktöre dayandığını yazıyor; İslam etkeni, Bolşevik-Rusya etkeni, Müttefiklerin arasındaki ayrılıklar. Bolşeviklerle temas ve Mustafa Kemal’le arkadaşlarının Bolşevizm’i ele alması, ilk defa Havza da olacaktır. Mustafa Kemal’in beklentisi Ruslardan silah almaktır. Manda ve Bolşevizm kurtuluş için yararlanılması düşünülen iki dış faktör. Mustafa Kemal ve Karabekir Paşalar, Mili hareket adına görüşmeler yapmak üzere Ömer Lütfi Bey’i Bakû’ye, Fuat Sabri Bey’i de Moskova’ya gönderiyordu.
    Mustafa Kemal Paşa, Milli Hareket zamanla padişaha karşı çıkacak ölçüde güçleninceye kadar, ‘3. Ordu Müfettişi’ ve ‘Fahri yaver-i hazreti şehriyarı’ unvanlarını titizlikle koruyacak, imzalarını bu sıfatla atacaktır. Bir süre bu görevlerini kullanacak ve başarılı olacaktır. Yola devem ederken ilk durak Erzurum olacaktır.
    Eldeki en güçlü askeri birlik Erzurum’dadır. 15. Kolordu Milli Mücadele’nin ilk zaferini kazanacak ve ilk milli sınırımızı çizecektir. 7 Temmuz’da, idari yetkilerin de kolordularda toplanması yönünde yayınlanan genelge ile Mustafa Kemal Paşa kendisi görevden azledilse veya istife etse bile, bütün askeri ve idari yetkileri güvendiği kolordu komutanlarının elinde topluyordu. 8 Temmuz da Vahideddin, Mustafa Kemal Paşa’nın görevine son veren bir irade yayınlamıştır. Mustafa Kemal Paşa, azledilmeye ön almak için istifa etmiştir. Rauf Bey’in anılarına göre bu, Mustafa Kemal’e hayatında en çok yeis veren hadisedir. Karabekir Paşa’nın bir bölük süvari ile ‘Emrinizdeyim Paşam’ demesi ilk zaferin kazanılmasıdır. Ancak Atatürk Nutuk ta Karabekir Paşanın bu vefalı hareketinden bahsetmemektedir.
    Milli mücadelenin dönüm noktalarından biri Erzurum Kongresi’dir. Kazım Karabekir hatıralarında şöyle anlatıyor: Mustafa Kemal başkanlılık kürsüsüne general üniforması ve Padişah (yaver) kordonuyla çıkmıştı, Trabzon delegesi Zeki Bey münasebetsiz bir tavırla itiraz ederek evvela Üniforma ve padişah yaveri kordonunu çıkarmasını istedi ve ‘tahakkümden korkuyoruz’ dedi. Pek müşkül bir duruma düşen Mustafa Kemal Paşa o akşam üniformayı atmaya mecbur kalmıştı. Kongrede iki vurgu dikkat çekiyor; İslam ve Bolşevizm. Paşa bir strateji prensibini ifade ederek; ‘Zamanında hiçbir şeyi kaçırmamak ve zamansız hiçbir şeye uzaktan yakından tevessül etmemek’. 1919-1922 arasında Milli Mücadele emperyalizme karşı mazlum milletlerin kurtuluşu fikrini yoğun bir şekilde işlemiş, dış politikada büyük ölçüde Bolşeviklerin ve İslam dünyasının desteğine dayanmıştır. Ancak Mustafa Kemal Nutuk’ta Bolşeviklerle ilgili ifadeleri tamamen çıkarmıştır. Kongrede bilinen kararlar alınmıştır ancak Nutuk’ta 6. maddede yer alan ‘manda ve himaye kabul edilmez’ ifadesi, Kongre bildirisinin orijinal metninde yoktur. Mustafa Kemal Paşa Erzurum ve Sivas Kongrelerinde Amerikan mandası eğilimlerini usta taktiklerle geçiştiriyor, ama İngiltere’ye karşı Amerika’dan yararlanma siyasetini ihmal etmiyordu.
    Erzurum’dan sonra toplanan Sivas Kongresinde de Bekir Sami Bey ve Halide Edip’in ortaya attığı Amerikan mandası fikri tartışılmıştır. Damat Ferid ve İngilizlerin adamı Elazığ valisi Ali Galip Sivas’ı basarak Mustafa Kemal ve Rauf Bey’i öldürmek için görevlendirilmiştir. Sivas Kongresine 120 kişinin katılması gerekirken, salonda sadece 38 delegenin olması az da olsa ümitsizliğe neden olmuştur. Kongre de ittihatçılığın yeminle reddedilmesi siyaseten özellikle önemlidir. Çünkü İtilaf Devletleri Kemalist hareketin de İttihatçı olmasından kuşkulanıyordu; yeminle bu kuşkular giderilmek, İstanbul ve İtilaf Devletleri yumuşatılmak isteniyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın stratejist yönünü anlamak için, Erzurum ve Sivas kongreleri arasındaki ince farklara dikkat edilmelidir; İtilaf Devletlerini daha gözetir bir tavır alınmıştır ve  Sivas daha radikaldir. Bildiride ‘manda ve himaye’ terimleri geçmiyor, kabul veya ret yolunda bir ifade yok. Mustafa Kemal’in Sivas Kongresinde dikkat çeken tavrı, birkaç arkadaşıyla özel olarak konuşurken manda aleyhine şiddetli ifadeler kulansa da, Kongre de mandaya karşı bir konuşma yapmamış olmasıdır. Kongre tutanaklarında mandaya karşı çıkan bir konuşması yoktur. Mustafa Kemal’in gözettiği başka dengeler vardır. Bunlardan biri, Amerika faktörüdür. Tarihçiler onun bu tavrının taktik olduğunu yazıyor. Burada maksat; İngilizler ve onların desteğiyle Anadolu’da işgale kalkan Yunanlılara karşı zaman kazanmak, Amerikan desteğini almak, hiç olmazsa Amerika’yı tarafsızlaştırmaktır. Mustafa Kemal’in siyasi hayatında değişen şartlara göre değişen söylemler, taktikler, stratejiler geliştirmesi, siyasi dehasının özelliklerinden biridir. Milli Hareketin oluşturduğu baskı Damat Ferid hükümetinin istifasına yol açmıştır. Hükümet askeri darbe olmadan ‘milli irade’ namına gönderilen telgraflarla düşürülmüştür.
    Vahideddin hükümet kurma görevini Milli Hareketin de kabul edeceği Ali Rıza Paşa’ya vermiştir. Burada önemli olan husus Mustafa Kemal İstanbul’da Milli Hareket’e yardımcı olacak bir hükümeti kurdurtmakla kalmamış, aslında milletin mukadderatıyla ilgili konularda bütün inisiyatifi artık eline almıştır. Bu dönemde Mustafa Kemal’in siyasetçi dehasını gösteren bir olay da ‘İttihatçılık’ meselesindeki tutumudur. Harbiye Nazırına bir genelge yayınlayarak Heyet-i Temsili yenin dört konuyu açıklığa kavuşturmasını istemiştir;
1.    İttihatçılıkla ilişkilerinin bulunmadığını,
2.    Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşına katılmasında sorumlu olan isimlerin cezalandırılmasını,
3.    Harp esnasında işlenen her türlü cinayetin faillerinin kanuni cezadan kurtulamayacağını,
4.    Seçimlerin serbest cereyan edeceğinin bilinmesi.
    Ancak bu talepler yerine getirilmediği için Mustafa Kemal Nutuk ta çok şiddetli eleştirilerde bulunacaktır.
    Her şeye rağmen Milli Hareket iç politika da başarıya ulaşmıştır. Bu başarı Amasya Görüşmelerindeki gizli protokolden anlaşılmaktadır. Ali Rıza Paşa hükümeti, İngiliz baskılarına rağmen, Kuva-yı Milliye’ye önemli şekilde destek vermiştir. Mustafa Kemal’in Ali Rıza Paşa hükümeti hakkında izlediği politika ‘kısmen destek, kısmen karşı’ bir politikadır. Mustafa Kemal’in asıl amacı, Meclis’in de hükümetin de Anadolu’da, Ankara’da kurulmasıdır. İstanbul’daki hiçbir şey fazla güçlenmemelidir.  Şimdi sorun Meclis nerede toplanacağıdır.
    Meclis İstanbul dışında toplanırsa İtilaf Devletleri tarafından İstanbul’un ülkeden koparılması güçlü bir ihtimal haline gelir. Mustafa Kemal’le Ali Fuat Paşa dışında, Kuva-yi Milliyecilerin hemen tamamı, Karabekir ve Rauf Bey ise Meclisin İstanbul’da toplanması taraftarıdır. İstanbul’da Rauf Bey’in öncülüğünde Misak-ı Millinin yayınlanması İngilizleri tahrik eden önemli bir gelişme olmuştur. İstanbul Meclisinin İngiliz süngüsü ile kapatılması, Ankara’da toplanacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisi için çok sağlam bir zemin hazırlayacaktır. Ankara’nın seçilmesindeki sebep, coğrafi merkez olması ve tren istasyonuna sahip olmasıdır. Mütareke imzalandığı halde barış antlaşmasının gecikmesi ve Milli Hareketin giderek güçlenmesi İngiltere ve Fransa da tedirginlik yaratmıştır.  İngiliz dışişleri Bakanı Lord Curzon’nun ‘her ne pahasına olursa olsun Türklerin Avrupa’dan ve İstanbul’dan çıkarılması’ planı açığa çıkar. Türk kamuoyuna yansıyan bu plan İzmir’in işgali kadar tepki doğurmuştur. Büyük mitingler tertip edilir. 15–16 Mart sabaha karşı İstanbul işgal edilmesinden sonra Harbiye Nazırı Fevzi (Çakmak) yayınladığı bildiride işgalin Mütareke hükümlerine aykırı olmadığını belirtmiştir.  Fakat Fevzi Paşa’nın bu soğukluğu kısa sürede giderilecek ve Fevzi Paşa Anadolu ya önemli miktarlarda silah sevk ettirmeye yarımcı olacaktır.
    Milli Mücadelede Mustafa Kemal’in izlediği stratejiyi simgeleyen iki tipik olay; Meclisin müthiş bir İslami gösteri biçiminde açılması ve Meclis açıldıktan sonra Meclis reisi Mustafa Kemal ‘in ilk diplomatik mektubunu Bolşevik lider Lenin’e yazmasıdır. Halide Edip Adıvar’a göre Milli mücadele döneminde Ankara’daki temel siyasi eğilimler; Doğu idealine bağlı olanlar ve Batı idealini savunanlardır. Mustafa Kemal’in Milli Mücadeledeki yoğun İslami vurguları da Bolşevik vurguları da onun Doğu İdealine inandığının değil, bu ideali ülkenin kurtuluşu için stratejik bir faktör olarak ustaca kullanmasının sonucudur. Mustafa Kemal Paşa, zafer kazanıp yeterince güçlenerek laik Cumhuriyet kurma aşamasına gelinceye kadar bütün Milli Mücadele boyunca din adamlarının halk üzerindeki etkisini kullanacaktır. Büyük Gazi bunu yaparken 47 Müdafaa-i Hukuk cemiyetinin 17’sinin başkanının din adamı olduğunu bilmektedir.
    Din kardeşliği ve Hilafet’e bağlılık faktöründen başka, Sevr antlaşmasına göre Doğu Anadolu’da Ermenistan kurulması tehlikesi de Türk ve Kürt halkını beraberce milli mücadeleye yöneltmiştir. İslami değerlere bağlı olan halkı kazanmak ve Milli Mücadele çatısı altında birleştirmek için Meclis İslami bildiriler yayınlıyor. Böylece Hilafet faktöründen yararlanarak İslam dünyasından İngiltere’ye karşı destek alma düşünülmektedir. Bu desteği en belirgin şekilde verenlerin başında Hint Hilafet Komitesi gelmektedir. Mustafa Kemal de Hâkimiyet-i Milliye’deki yazılarında Hint Müslümanlarına teşekkür ediyor ve Hintlilerin ‘Bizi İngilizler idare edeceğine Türklerin en zalim en gaddar bir memuru gelip idare etse razıyız, bizler senelerdir Türkleri bekledik’ diye konuştuklarını hatırlatarak bu güzel duygulara karşılık veriyor. Mustafa Kemal’in Hilafet ve İslam siyaseti, Ortadoğu Müslümanları arasında da etkili olmuş, milli harekete siyasi destek sağlamıştır. Bu konuda iki sembol isim önemlidir: Biri Libyalı Şeyh Ahmet Sunisi, öbürü Iraklı Şeyhler şeyhi Acemi veya Uceymi Sadun Paşadır.  Mustafa Kemal, Sunisi’yi genel vaiz olarak görevlendirmiş, özellikle Güneydoğuda çeşitli illerde camilerde vaazlar vererek, hutbeler okuyarak halkı Milli Mücadele ‘ye teşvik etmesini istemiştir. Amaç, başta Hindistan ve Ortadoğu olmak üzere Müslüman ülkelerde İslam ve Hilafet propagandasının isyanlara yol açmasını sağlamaktır. Bunun için de Şeyh Sunisi den faydalanılmıştır. Mustafa Kemal’in İslam ve Hilafet siyasetini çok dindarca uygulamasının içeride Milli Mücadele’ye geniş halk desteğini kazanmada, dışarıda ise özellikle İngiltere’ye karşı Milli Mücadeleyi siyaseten güçlendiren bir etken olmuştur.
    Mustafa Kemal 24 Nisan 1923’te Meclisin gizli oturumunda Bolşeviklerle ilişkileri anlatırken ‘Her kaynaktan istifade etmek’ ve ‘düşmanlarımızı düşmanı olması’ tezlerini ortaya koymuştur. Atatürk Bolşevizm’in felsefesine ilgi duymuyordu olaya tamamen politik pragmatizm açısından yaklaşıyordu. Mustafa Kemal açısından Anadolu’yu işgal eden Batılı düşmanlara karşı silah yardımı alabileceği tek güç Bolşevik Rusya'dır. Halil Paşa’yı da yardım için Bolşeviklere gönderen Mustafa Kemal Paşa‘dır. Halil Paşa Ruslar aracılığıyla Ermenilerle görüşerek Nahçıvan’dan Anadolu’ya ufak bir koridor açılmasını sağlamıştır. 28 Eylül 1920 sabaha karşı Milli Mücadelenin ilk taarruzu başlamış Türk ordusu Sarıkamış’a girmiştir. Milliyetçi Ankara harekât hakkında Sovyet liderlerine bilgi veriyor ve Bolşeviklerin Ermenistan’ı ele geçirmesine yeşil ışık yakıyor hatta teşvik ediyordu. Karabekir’e göre harekât gecikmiş bir harekâttır daha erken yapılsaydı Batı cephesindeki Türk Ordusu Eskişehir’de yenilip Sakarya’nın doğusuna çekilmek zorunda kalmayacaktı. Mustafa Kemal Paşa Bolşevikleri kızdırmamak için komünizm taraftarı Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Türkiye’ye gelmesine izin vermiştir. Mustafa Kemal bilhassa Bolşevizm’in orduya sızmasından endişelenerek önlem için bu akımı açık ve ılımlı olarak hükümetin idaresinde bulundurmuştur. Bu akımlar oldukça güçlenmektedir. Yeşil Ordu, Bolşevik sempatizanı olduğu gibi düzenli orduya karşı da milis fikrini savunuyodu. Çerkez Ethem’in katılımıyla Ankara’yı rahatsız eden bir güce ulaşmıştı. Çerkez Ethem’in 6 bin silahlı milisten oluşan Kuva-yı Seyyare adlı birliklerinin tümüyle Yeşil Ordu’ya katılması, Yeşil Ordu’nun Bolşevik yanlısı olması ve Milli Ordu’yu reddetmesi, mecliste Halk Zümresi adında kalabalık bir gruba dayanması Milli harekâtı son derece kaygılandırmıştır. Kuvvetli bir sol eğilimi gören Mustafa Kemal’in kendisi de sol bir program ortaya koyarak bu eğilimlerin mensuplarını kendisine çekmeyi amaçlamıştır. Milli Harekâtın saflarına geçen bu unsurları böylece etkisizleşeceğini düşünmektedir.
    Mustafa Kemal Halkçılık programı ile Meclis içindeki solu yanına çekip etkisizleştirirken, Meclis dışındaki solu etkisizleştirmek için de kendi arkadaşlarına resmi bir Türkiye Komünist Partisi kurdurmuştur, bunun dışında kalan komünistleri İstiklal Mahkemeleri ne vererek tasfiye etmiştir. Milli Hareket güçlendikçe Mustafa Kemal Paşa solu tasfiye etmiş ve sağa kaymıştır. Mustafa Kemal paşa Milli Mücadele de ‘Doğu ideali’nin gerçek bir kahramanı, zaferden hemen sonra ise radikal bir Batılılaşmanın önderidir.
    24 Haziran 1920’de Garp Cephesi kurulmuş ve komutanlığına Ali Fuat Paşa getirilmiştir.  Mustafa Kemal Paşa’nın İstiklal Savaşını teşkilatlandırırken aynı zamanda yarınki inkılâp kadrosunu kurmaya özen gösterdiği, devrimler döneminde yüzde yüz kendisine bağlı olacak bir askeri kadroyu daha savaş sürerken kurduğu yabana atılmaz bir gerçektir. 1. İnönü savaşı, yeneni yenileni olmayan bir muharebe olarak sona erdikten sonra İngilizler, Ankara’nın Moskova ile sıcak ilişkileri ve İslam dünyasındaki gelişmeleri de dikkate alarak barış şartlarında belirli iyileştirmeler yapmak istemişlerdir. Londra Konferansının sonuç alınamasa da en önemli tarafı Türkiye’nin tek temsilcisinin Ankara olduğunun tescil edilmesidir. Ardından 2. İnönü zaferi. Yunanlıların tekrar toplanması ve Atatürk’ün Sakarya doğusuna çekilme direktifi. Meclise verilen önerge ile fevkalade yetkilere sahip Mustafa Kemal Paşa başkumandan olmuştur. Mustafa Kemal’e göre ‘zaferin garantisi ülkenin genişliği ve milletin fedakarlığıdır’.Tekalif-i Milliye emirleriyle bu fedakarlık yapılıyordu. Bu savaş Mustafa Kemal’in cephede savaşı yönetirken attan düşerek kaburgasını kırdığı ve muharebeleri sedyeden yönettiği savaştır. Sakarya bir ‘subay savaşı’ olmuştur. Hücum taburunun yalnız iki subayı kalmıştır. Mustafa Kemal’e Müşirlik ve Gazilik unvanı verilmiştir. Zafer halkta büyük sevinç ve moral yarattığı gibi Ankara’yı tek meşru otorite haline getirmiştir. Ankara-Moskova ilişkileri istikrara kavuşmuştur. Fransa güney cephesinden çekilmiştir. Mustafa Kemal bu süreçte batıdan gelen mütareke ve barış önerilerini hemen reddetmemiştir. Bu tavrı Mustafa Kemal’in ılımlı bir lider olduğu izlenimini yaratmıştır. Büyük Taarruzdan önce Mecliste yaptığı konuşmada ise Meclis adına kanun kuvvetinde kural koyma yetkisinin kaldırılmasını ancak başkomutanlık yetkilerinin devam ettirilmesini ister. Böylece kendisine muhalefet edenlere diktatör olmadığını gösterir.
    Büyük Taarruzun beşinci günü sonradan Başkumandanlık Savaşı adı verilecek olan Dumlupınar savaşı büyük bir zaferi müjdeler. 9 Eylül Cumartesi İzmir Yunan işgalinden kurtulur. Artık Diplomasi zamanı gelmiştir. Mustafa Kemal Ankara’ya dönüşünde Meclis kapısı önünde resmi üniforması ile dua okumaya başlayan İmam efendiye; ‘Burada böyle şeylere gerek yoktur. Bunları camide yapabilirsiniz. Biz savaşı dua ile değil Mehmetçiğin kanı ile kazandık’ der ve imamı kovar. Batılılaşmayı işaret eden bu olaydan sonra Mustafa Kemal Mecliste saltanatı şiddetle eleştiren ve Hilafeti öven bir konuşma yapar. Saltanat kaldırılır. Dünyevi yetkileri kaldırılmış bir hilafetin Lozan da işe yarayacağı düşünülmüştür. Hilafet Lozan’dan sonra kaldırılacak, Gazi Paşa hilafetin kötü olduğunu o zaman anlatacaktır.
    Lozan için Mustafa Kemal İsmet Paşa’yı uygun görmüştür. Baş delege ve diğer delegeler Rıza Nur ve Hakan Saka Beyler de profesyonel diplomat değildirler. İsmet Paşa’nın tercih edilmesindeki iki esaslı sebep, askeri zaferi masada temsil edecek Garp Cephesi Kumandanı olması ve Mudanya görüşmelerindeki başarılarıdır. Lozan görüşmelerinden önce yaşanan en önemli sorunlardan biri telgraf sorunu dur. Lozan’dan Ankara’ya iki hat bulunmaktadır. Birisi Fransızların işlettiği Köstence Hattı, diğeri ise İngilizlerin işlettiği Doğu (Eastern) hattıdır. Türk heyetinin tercih ettiği hat İngilizlerin işlettiği hat olacaktır. Bu yolla yapılan haberleşmeleri ellerine geçiren İngilizler şifreleri de çözerek günü gününe sabah kahvaltılarında okuduklarını, bizzat o zamanın İngiltere dış işleri başkanı Mister Churchill son yılarda yayınladığı hatıralarında anlatmaktadır. Lozan’da alamadıklarımıza dair bir liste bir ödünler listesi de vardır ancak bu liste çok uzun olmamasına rağmen Irak sınırının çok kötü çizilmesi bu listenin en önemli maddesidir.
    Lozan’a ara verildiği dönemde Gazi Mustafa Kemal Paşa parti kurmuş ve bu olay Kazım Karabekir tarafından barış imzalanmadan yapılması sebebiyle yanlış olarak değerlendirilmiştir. Gazi’nin düşüncesi ise devrimleri tamamlamak maksadıyla bir an evvel sulh. İzmir iktisat kongresiyle batıya iki önemli mesaj verilmiştir; bunlardan biri kapitülasyonların kabul edilemeyeceği, diğeri ise Türkiye’nin liberal politikalar izleyeceğidir. Emperyalizm’e ve Kapitalizm’e karşı olan ‘Anadolu İhtilali’, halkçı ve devletçi karakterini, zaferden hemen sonra unutmuş ve liberal ekonomiye dönmüştür. Batı idealine dönüşün önemli dönemeçlerinden biri, Boğazlar Rejimi konusunda Türkiye’nin Bolşeviklerden uzaklaşarak İngiltere’ye yaklaşmasıdır. Bazı yazarlara göre Kemalist liderliğin Lozan’da verdiği en büyük ödünlerden biri Boğazlar rejimidir. Lozan’da hilafet hiçbir şekilde görüşme konusu yapılmamıştır. Lozan’da Türkiye’nin İslam ve Bolşevizm faktörlerini kullanmayacağı çok geçmeden belli olmuş ve Gazi Hilafetin var olan ruhani otoritesini de sarsacak adımlar atmaya başlamıştır. Kurmay dehasıyla Mustafa Kemal siyaset yaparak; zaferden sonraki ‘Batılılaşma’ stratejisi içinde, aylık taktiklere göre pozisyon alarak ilerlemiştir. Önce Osmanlı soyundan gelen Halifenin konumunu tartışmalı hale getirmiştir. Gelişmeler Muhalefet eğilimlerini güçlendirmekte ve hilafet hem içte hem de dışta yeniden güç kazanmaktadır.
    Gazi kurmay dehasıyla siyasi bir ‘kriz yönetimi’ planlayarak önce hükümet krizi çıkarıyor, bu krizden yararlanarak Cumhuriyet’i ilan ediyor ve Meclisin başvekil yapmak istemediği İsmet Paşa’yı, Cumhurbaşkanı olarak kendisi başvekil yapıyordu. Darbe üstüne darbe alan Muhalefet Gazi’nin gittikçe artan otoritesini sınırlamak için Hilafet’e daha bir yakınlaşmıştır. İsmet Paşanın da büyük yardımı ve desteğini alan Gazi Hilafeti de kaldırarak dış politikaya açılmıştır. Bu alanda üç büyük mesele ile karşılaşılıyor; Musul, Boğazlar, Hatay.
    Musul iki açıdan çok önemli; birincisi zengin petrol yatakları, ikincisi Türkiye’nin güvenliği. Musul diplomasi ile alınamazsa, tek seçenek, oradaki İngilizlerle çarpışarak almaktır. İşte bunun için Gazi ‘Musul için harbe devam makul bir şey mi?’ diyor, makul olmadığını belirtiyordu. Mecliste Muhalefet; Musul’u vermekle iş orada bitmez. Musul’u verdiğimiz gün hudut Erzurum’dur şeklinde eleştiriler yapmaktadır. Suriye sınırını masaya getirilmemesi de eleştiri konusu olmuştur. 24 Temmuz’da Lozan da imzalanan barış antlaşması, mecliste hiç muhalif olmadığı halde sert eleştirilere sebep olmuştur. Mustafa Kemal Paşa reel politika ustasıdır. Hedeflerini imkânlarına göre ayarlamaktadır. Lozan’da heyetimizin Misak-ı Milliye tecavüz etmediğini, bilakis riayet ettiğini söyleyerek Musul konusunda meselenin özünün İngilizlerle bir savaşa girip girmemek olduğunu anlatıyor. Mustafa Kemal ‘Musul Misak-ı Milliye dâhildir' derken milli bir hedefin siyasetini yapmıştır; bunun gerçekleşmeyeceğini görünce, realist bir tutumla siyasetini değiştirmiştir. Kemalist Türkiye İngiltere ile ilişkilerini normal hale getirmek için Musul’dan feragat edecektir. Faşist İtalya’dan gelen tehdit faktörünün Türkiye’de yarattığı endişe ve İtalya ile Yunanistan’ın anlaşabileceği kaygısı Türkiye’yi İngiltere’ye yaklaştırmıştır.
    Reisicumhur Mustafa Kemal’in yeni Ankara’sı Afganistan ve Sovyetler konusunda yeni bir dil kullanmaya başlar. Milli Mücadele yıllarından çok farklı olan bu yeni dil, Doğu’dan batıya yönelişini çok iyi sembolize etmektedir. Gazi artık Türkiye’nin Avrupalı bir millet olduğu görüşündedir. Milli Mücadele yıllarında Gazi’nin dış politikasındaki tipik özellik, İslam Dünyası ile konuşurken İslami, Rusya ile konuşurken Bolşevizan bir dil kullanması, ama her iki halde de Batıyı Emperyalist olarak suçlaması, Doğu ülkelerini ise mazlum milletler olarak nitelemesiydi. Zaferden, hele de Musul meselesinin çözülmesinden sonraki dış politikanın dili de çok farklıdır. Artık Ruslarla ve Müslüman ülkelerin temsilcileriyle görüşürken dostluk ve iyi komşuluk gibi genel diplomatik terimler tercih etmektedir. Zamanla Türkiye’nin değeri artar ve neresinden bir parça koparılacak değil de ittifak yapmak için bakılan bir ülke haline gelmiştir. Sıra Lozan’da çözülemeyen problemlere gelmiştir. İlk sırada boğazlar rejimin değiştirilmesi vardır. Türk tezi; Lozan imzalanırken dünyada barış ve silahsızlanma rüzgârı esiyordu, Bugünkü dünyada silahlanma rüzgârları bulunmaktadır. Netice de Türk tasarısına uygun bir metin olan Montrö sözleşmesi imzalanmıştır.
    Mustafa Kemal Paşa kuzeyini Sovyet dostluğuyla, gerisini İran dostluğuyla garantiye almıştır ancak Güney için iki tehlike vardır: Fransa ve İngiltere. Çünkü onlar eski Osmanlı topraklarını müstemleke yapmışlardı. Bunları Önlemek için Türkiye, İran, Irak ve Afganistan’la Sadabad Paktı’nı imzalamıştır. Sonra Hatay’ın anavatana katılması Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın büyük diplomasi başarısıdır.
    Atatürk’ün İngiltere ve Fransa ile bir ittifak antlaşması imzalamamış olmasının sebebi, ideolojik değildir. Ama Fransa ile ittifak antlaşması olacaksa buna İngiltere’nin de katılmasını şart koşan kendisidir, Devamına ömrü vefa etmemiştir.
    Atatürk’ün başka liderlerde çok nadir olarak görülen özelliklerinden en önemlisi, çok değişik dönemlerde yaşamış, değişik şartlarda farklı çözümler geliştirmek zorunda kalmış olmasıdır. Osmanlı döneminde çok uluslu bir imparatorluğun hem Balkanlardaki etnik isyanlar sebebiyle hem de az gelişmişlik sebebiyle yıkılışını yaşadı ve bu konuda çok duyarlı hale geldi. Böylece homojen ve çağdaş bir toplum olmanın özlemine sahip oldu. Libya’ya koştu, Birinci dünya savaşında çarpıştı. İmparatorluk vizyonu ona geniş coğrafyalardan bakmayı öğretti.
    Mustafa Kemal Paşa Meclisin açıldığı 23 Nisan 1920 gününden, Sakarya savaşının zaferle sonuçlandığı 15 Ekim 1922 gününe kadar konuşma ve yazışmalarında emperyalizm ve kapitalizme karşı mücadele ettiğini söylemiştir. Adeta dönüm noktası olan 3 Mart 1922 tarihli konuşmasında Mustafa Kemal sol terimleri son defa kullanmıştır. Lozan’dan itibaren Batıya yöneliş başlamıştır. Milli Mücadele dönemi İslami terimler ve sol terimlerin kullanıldığı dönemdir ancak İslami terimler çok daha fazla kullanılmıştır. Hilafet’in kaldırıldığı 1924 den sonra dini terimler özellikle siyaset alanında Gazi’nin sözlüğünden hızla çekilmektedir. Dört farklı dönem de dört farklı Atatürk vardır. Lozan’dan sonra özellikle de 1930’larda bu dördünden de farklı Atatürk resmi vardır. Sadece kıyafetlerle değil düşünce ve siyasetiyle de.
    Tarihe bakışta elbette farklılıklar ve tarih yazımında elbette farklı yorumlar mümkün ve hatta gereklidir. Ama tarih yazanlar tarih yapanlara sadık kalmayıp tarih yapanlar adına sözler ve davranışlar uydurursa, tarih yazımı nesilleri şaşırtacak bir mahiyet alır. Atatürk zaferden sonra bütün dikkatini Mazlum Milletlere değil, Türkiye’nin güvenliğine ve çıkarlarına yöneltmiş ve reel politika uygulamıştır. Bu gerçekler görülmeden ‘diplomat Atatürk’ görülemez. Atatürk ve arkadaşlarının çok farklı dönemlerde, çok farklı sorunlara karşı değişik politikalar geliştirdiğini aklıdan çıkarmamak gerekir. Atatürk’ün dehasının en parlak yönü siyaset sahasındadır.
    Hangi Atatürk sorusu ve Atatürk kurguları tarih bilimine aykırı olduğu gibi, ufkumuzu daraltacak, zihnimizi kalıplara hapsedecek bir sorudur. Niye bir silsileyi, bir diziyi, bir bütünü, bu muazzam tarihi tecrübeyi parça parça doğrayarak, parçalardan birini seçip tarihi hakikatin diğer unsurlarına körlük yaratarak ufkumuzu daraltıp düşüncemizi kısıtlayalım? Bir bütün olarak incelediğimizde tarihin hangi devrelerini nasıl geçtiğimizi görürüz. Atatürk’ün muazzam siyasi esnekliğini görürüz. Politikada ideolojik şablonların değil, ilkeler çerçevesinde, pragmatizmin geçerli olduğunu anlarız.